Belgesel türündeki yapımlar genellikle nesnel ve ciddi bir anlatım dili kullanır. Belgeselin araştırdığı veya incelediği konu, o konu hakkında fikir sahibi olan uzmanlar tarafından, onların bakış açılarıyla anlatılır. Çünkü belgeseller, izleyiciyi bir konuda bilgilendiren, o konuyla ilgili dağınık bir şekilde bulunan bilgileri toparlayıp derleyerek bir “belge” haline getiren yapımlardır.
Cem Kaya’nın yazıp yönettiği ve bu yıl 2015 !f İstanbul Uluslararası Filmler Festivali’nde gösterilecek belgesel türündeki Motör: Kopya Kültürü ve Popüler Türk Sineması, konu olarak Yeşilçam sinemasını ele alıyor. Ancak bu belgeselin anlatım dili ne nesnel ne de ciddi. Belgeselde zaman zaman komedi unsuru zaman zaman dram unsuru öne çıkıyor. Çünkü karşımızda bir yandan komik bir yandan da trajik bir konu var. Bu trajikomik konu, yani Yeşilçam sineması, Türkiye’de yaşayan herkes için genellikle bir eğlence kaynağı (dalga geçerek) bazen de bir utanç kaynağı olmuştur. Ama kimse Yeşilçam sinemasının bazen eğlence bazen de utanç kaynağı olarak görülmesinin arkasındaki nedenleri sorgulamaz. Belgeselden bir cümleyle, “Çünkü burası Türkiye, burada yaşadığına şükretmelisin“.
Film, Yeşilçam sinemasının içler acısı haline ışık tutmakla kalmıyor, Yeşilçam’ın içinde bulunduğu durumu anlamamızı, anlayıp Yeşilçam’ı oluşturan aktörlere hak vermemizi sağlıyor. Örneğin, belgeselin başlarında bazı aktörlere kaç filmde rol aldıkları soruluyor. Aktörlerin verdiği cevaplar Yeşilçam sineması gibi trajikomik. Kimisinin cevabı 200 kimisinin 300 kimisinin 1000 civarı. Hatta Cüneyt Arkın’a eski filmlerinin afişlerinin gösterildiği bir sahnede aktörün kendi filmlerini hatırlayamaması, durumun trajikomikten çıkarak trajik bir hal almasına yol açıyor. Bir yönetmenin “Bana kaç film çektin deseniz hiç çekmedim derim çünkü isteyip de gerçekleştirdiğim bir film olmadı” demesi durumun ne kadar vahim olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Yönetmenlerin, yapımcıların emri doğrultusunda haftada bir film çektikleri dönemlerden verimli yapımlar beklemek, film endüstrisinin içinde bulunduğu ekonomik koşullar da göz önünde bulundurulduğunda en basit tabirle acımasızlık olur.
Yeşilçam’ın içinde bulunduğu durumu anlamak sadece ekonomik imkânsızlıkları anlayarak tükenmez. Motör: Kopya Kültürü ve Popüler Türk Sineması işin siyasi boyutuna da dikkat çekiyor. Hükümetin en çok –millet ağlayıp rahatlasın diye- dram filmlerini desteklemesi ve birçok senaryoya siyasi eleştiri gerekçesiyle sansür uygulaması gibi dış etkenler büyük bir senaryo kıtlığı yaşanmasına neden olmuş. Sınırlı sayıda senaryonun aynı oyuncularla aynı mekânlarda aynı müziklerle defalarca farklı filmler olarak çekilmesinin ve Yeşilçam’ın yaratıcılıktan uzak bir çizgide ilerlemesinin en büyük nedeni siyasi otoritenin bu tutumu olduğu çok güzel bir şekilde yansıtılmış. Türkiye’deki bu tutumun, Emek Sineması’nın yıkılmasıyla hala ayakta olduğunu görmek, Türk sinemasının önünde hala engeller olduğuna dikkat çekiyor. Sinemanın Türkiye’de kolektif bir iş olarak kabul edilmesi, onun sanatsal özelliğini törpülüyor ve bireysellikten –dolayısıyla sanattan- uzak, materyalist ve sığ bir şekilde ilerlemesine neden oluyor.
Bu belgesel, günümüzde halen hüküm süren dizilerin çıkış noktasını net bir şekilde gözler önüne seriyor. Sokaktaki sağ-sol çatışmasının neden olduğu huzursuz ve güvensiz ortam insanları sokaklardan uzaklaştırıp evlere hapsetmiş ve bu durum insanları sinemadan uzaklaştırıp televizyona mahkûm etmiş. Tüm bunların üzerine Yeşilçam’ın bu durgunluktan kurtulmak için seks ve pornografi ögesine sarılması, Türk sinemasının en temel unsurlarından olan “aile”nin, sokaktaki güvensiz ortamın yarattığı olumsuz güçle birleşip, salonlardan iyice uzaklaşmasına neden olmuş. Bu durum da dizilerin uzun dizi süreleriyle hem insanları hem de dizileri çeken yönetmen, oyuncu ve diğer set ekibini birer köle haline getirmesine yol açmış.
Motör: Kopya Kültürü ve Popüler Türk Sineması içinde yalnızca Yeşilçam’ın olumsuz yanları yok. Onu garip ama özgün kılan “pratiklik” özelliği de oldukça mizahi bir dille vurgulanmış. Yeşilçam’ın yokluktan nasıl bir şeyler çıkardığı, ne yöntemler kullanarak olmazı olur yaptığı ilk bakışta komik ve çaresiz görünse de, aslında yapılanların hiç de küçümsenecek denemeler olmadığı, dalga geçmek yerine saygı duymak gerektiği izleyiciye ikna edici bir şekilde anlatılmış. Belgesel Türkiye’de yaşayan bir izleyiciyi Yeşilçam’a karşı yumuşatacak, yabancı bir izleyicinin Yeşilçam’a saygı duymasını sağlayacak nitelikte, izlenmesi asla pişmanlık yaratmayacak bir yapım.
“Bir şey istersin Yeşilçam onu sana getirir, gerekirse gider bir ev soyar, onu sana getirir.”
Yorumlar
Yorum Gönder