Sinemanın en büyük özelliklerinden biri de, insanın kendisine ait olan özelliklerin eleştirildiğini görmekten zevk almasıdır. İnsan; korkularının, bastırılmış duygularının üzerine gittiği ölçüde korkularından ve bastırılmış duygularından arınabilir. Bu aynı zamanda bir yüzleşme olarak da düşünülebilir. Sinema, tiyatroyla birlikte bu yüzleşmeyi en iyi sağlayan sanat dalıdır. Örneğin, babasından nefret eden bir kişi sinemaya gider, filmdeki karakter de babasından nefret etmektedir ve bu durum babasından nefret eden kişiyi rahatlatır. Çünkü artık o kişi yalnız olmadığını, dünyada onun gibi birçok kişi olduğunu bilmektedir. Peki, ya sinemada eleştirilen özellik sadece bir grup insana ait değil de tüm insanlığa, “insan doğasına” aitse? İnsanlar türdeşlerinin hepsinde bulunan kötü bir özelliği izlemekten haz değil de korku duymazlar mı? Denis Villeneuve’ün sinematografik başarısının en güzel örneklerinden biri olan Next Floor, bu özelliğinin yanı sıra sağlam bir toplum eleştirisi olma özelliğiyle de öne çıkıyor. Aynı zamanda kısa metraj bir film olan Next Floor, insanlığın şeytani yanlarından biri olan doyumsuzluk konusunu ele alıyor.
Büyük bir masa etrafında toplanmış, resmi giyimli kişiler, etraflarındaki hizmetçilerin önlerine koydukları yiyecek ve içecekleri büyük bir şevk ve istekle tüketmektedirler. Hizmetçiler de yenilen yiyeceklerin yerlerini yenileriyle, yerleri hiç boşalmamışçasına, doldurmaktadır. Bu doldurma-tüketme döngüsü o kadar hızlı gerçekleşmektedir ki, arka planda duyduğumuz sakin keman sesi kulağa gerçek dışı hatta komik gelmektedir. Peki bu döngünün sonu nereye varacaktır? Next Floor’un sorduğu bu soru yine film içinde cevabını buluyor: Alçalma
Katolik Kilise’nin Yedi Ölümcül Günahından biri olan oburluk, insan iradesindeki doyumsuzluğun en somut halidir. Next Floor, doyumsuzluğu anlatmak için insanın oburluğunu kullanmıştır. Ağzın şapırdatılışı, ses ve sıvı çıkaran ısırışlar, yeme hızından ağzın şişmesi, kendini doyurma isteğiyle yanıp tutuşan, yuvalarında büyümüş hatta neredeyse yuvalarından fırlamak üzere olan gözler… Oburluğun iradeye nasıl bir boyun eğiş anlamına geldiğini anlamak kuşkusuz hiç de zor değil. Asıl anlaşılması gereken, oburluğun yemek konusu dışında daha geniş anlamda başka bir doyumsuzluk anlamına da geldiğidir. Bu doyumsuzluk da, diğer Yedi Ölümcül Günah ’tan biri olan açgözlülüktür.
Açgözlülük, yeterli neden ve anlam veya istenilen şeye ulaşma ihtimali yokken bir şeyi istemektir. Dört kişilik bir ailenin beşinci arabayı istemesi ilk duruma (yeterli neden ve anlam eksikliği), mükemmele ulaşma arzusu ise ikinci duruma (istenilen şeye ulaşma ihtimalinin bulunmaması) örnektir. Çünkü mükemmellik bir anlamda sonsuzluk demektir ve insan sonsuzluğa yani mükemmelliğe ulaşamaz. Oburluk ise açgözlülüğün insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan beslenme ihtiyacını karşılarken beliren karşılığıdır. Yani açgözlülük oburluğu da kapsar ama oburluk daha özel anlamlıdır.
Açgözlülük ya da oburluk… İkisi de insanın içinde yani doğasında bulunan ve ikisi de yanlış olan özelliklerdir. İnsan yalnızca seçerek, yani icrai bir davranışta bulunarak, bu yanlışlardan (günahlardan) korunabilir. Hiçbir şey yapmazsa, doğuştan gelen özellikleriyle bahsedilen yanlışlara düşecektir. Filmde bu konu çok güzel açıklanmıştır. Masada oturan bir kadın, etrafındaki insanlardan farklı olarak, önündeki yemekleri yemediği gibi önüne koyulmak istenen yeni yemekleri de reddetmektedir. Burada kadın seçerek yanlış yapmamaktadır. Ancak doğasında olan bir şeyi reddetmeyi daha ne kadar sürdürebilecektir?
Filmi izlerken anlıyoruz ki, masada oturanlar belli bir ekonomik seviyenin üstünü, masanın etrafındakiler ise belli bir ekonomik seviyenin altını temsil ediyor. Yani masada oturmak, oturan kişinin belli bir ekonomik seviyenin üstündeki grupta yer almasını sağlıyor. Bir önceki paragrafta bahsedilen kadının yemekleri reddetmesine rağmen, oturan kişi olması nedeniyle sahip olduğu statüsünü kaybetmemek için masadan kalkmaması, kadının içinde büyük bir tezatlık yaratıyor. Bu tezatlığa daha fazla dayanamayan kadın, önündeki yemekleri yemeye başlıyor. Artık kendi önündeki sonsuz yemeklerle de yetinemeyen oturanlar, birbirlerinin yemeklerinden çalmaya başlıyor. Ve bu durum daha da alçalmalarına yol açıyor. Ancak alçalanlar sadece oturanlar değil. Onlarla beraber masanın etrafındaki hizmetçiler de alçalıyor. Peki hizmetçiler oturanları neden takip ediyor? Bu sadakatin nedeni ne?
İnsan doğası, adı üzerinde, her insanda olan özelliklerden meydana gelir. Bir önceki paragrafta bahsedilen sadakatin temelinde de insan doğası yatmaktadır. Çünkü masanın etrafındakiler de en az oturanlar kadar açgözlü, en az oturanlar kadar oburdur. Biz bunu göremiyoruz çünkü masada oturmuyorlar. Ama onların masada oturmaması, oturduklarında yemek yemeyecekleri, ya da ihtiyaçları kadar yiyecekleri anlamına gelmez. İyi, eline fırsat geçmemiş kötüdür. Yani burada masada oturanlar ile masanın etrafındakiler arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Çünkü herkes eşit derecede suçlu ve herkes eşit derecede masumdur. Farkı yaratan seçimdir. A Clockwork Orange’ın yazarı Anthony Burgess romanında bu durumu çok güzel bir cümleyle özetlemiştir: “İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar.”
Yorumlar
Yorum Gönder