İnsan Doğasının Egemenliği: Force Majeure

 


İnsanoğlu toprağa ayak bastığından bu yana doğayı kontrol altına almak için uğraşmıştır. Binyıllardır süregelen bu insan-doğa mücadelesi zaman zaman insanın zaman zaman doğanın galibiyetine sahne olur. Ancak doğanın öyle bir alanı vardır ki bu alanda insanoğlu resmen aciz kalarak mutlak bir mağlubiyete uğramıştır. Bahsedilen bu alan insan doğasıdır. İnsan kendi doğasına engel olmak, onu kontrol altına almak adına birçok mekanizma geliştirmiş, bu amaçla birçok ürün ortaya koymuştur. Bu mekanizma ve ürünlere örnek olarak ahlak, gelenek ve görenekler, insan hakları ve hatta hukuksal normlar verilebilir. Bu kurallar genelde yazılı olmayan ama toplumca rağbet gören ve uyulması neredeyse zorunlu olan kurallardır. Çıplak gözle tüm bu mekanizmaların insan doğasını kontrol altında tuttuğu sanılabilir. Ancak, durum aslında göründüğü gibi değildir. Örneğin insan davranışlarını, toplumsal yaşamı korumak adına sınırlandıran ceza kanunlarının varlığı bile, bu tür mekanizmaların insan doğasını sınırlandırmakta ne kadar başarısız hatta çaresiz olduğunun bir göstergesidir. Çünkü bu kurallara uyulmuyordur ki insanlar cezalandırılıyordur. Hırsızlık yapanlara ceza verilse de verilmese de insanlar hırsızlık yapacaktır. İnsanların bazı hareketleri, içinde bulunan kirli içgüdülerin sonucudur. Birey bu içgüdüleri toplumsal kurallarla bir yere kadar bastırabilir veya bastırır görünür. Her bir insan, içten içe, doğasını kontrol altında tutan (tutuyor gibi görünen) mekanizmaların aslında işe yaramadığını bilir. Bilmeyenler de bu gerçeği kendilerine itiraf edemezler. Ama aslında gerçek, kendimize itiraf edemediklerimizde saklıdır.

Force Majeure’ün yazarı ve yönetmeni olan Ruben Östlund, yukarıdaki paragrafta bahsedilen gerçeği bilenlerden olacak ki, günlük yaşamda kontrol altındaymış gibi gözüken insan doğasının, en ufak bir tehlike anında nasıl kontrolden çıktığını muazzam bir şekilde gözler önüne sermiş.

Filmde İsveçli bir ailenin beş günlüğüne Fransız Alplerine gittiği kar tatili anlatılıyor. Tamamen normal görünen bu aile tablosu, tatillerinin ikinci gününde öğle yemeği yerken oluşan olağandışı bir durumla bozuluyor. Yemek yedikleri alana yaklaşmakta olan çığı gören baba (Tomas) telefonunu ve atkısını alıp yaklaşmakta olan çığdan kaçıyor. Saniyeler sonra görünüyor ki aslında kaçılacak bir şey yok, korktukları şey çığın oluşturduğu beyaz bir duman. Beyaz duman yerini temiz havaya bırakıyor, insanlar yemeklerine geri dönüyor, yani her şey eski haline, normale dönüyor. Tomas da masasına yani ailesinin yanına dönüyor ve hiçbir şey olmamış gibi “normal” hayatına devam ediyor. Bu paragraftaki normal ve olağandışı sözcükleri, normal zamanda kontrol altındaymış gibi görünen insan doğasının olağandışı bir durumla karşılaşıldığında nasıl aslında hiç de kontrol altında olmadığı farkını gözler önüne sermek adına önemli.

Düşen çığın oluşturduğu olağandışı durum, insan doğasını kontrol eden mekanizmalardan birini ortadan kaldırıyor. Genel ahlak ve toplum kurallarına göre erkekten ailesini ve çocuklarını koruması beklenirken, masadan sadece telefon ve atkısını alarak kaçan baba bu kurallara uyamayarak bir gerçeği görmemizi sağlıyor. Bu gerçek de erkek ya da baba fark etmez, bir bireyin korkak veya bencil olabileceği gerçeği. Gerçek, Tomas’ın içinde bir yerlerde saklı dururken, hayatta kalma içgüdüsü bunu su yüzüne çıkarıyor. Bu yüzleşmeyi sağlayan şey de, günlük yaşamın olağandışı bir durumla kesintiye uğraması. Çünkü insan, her ne kadar içgüdülerine engel oluyor gibi görünse de, öyle durumlarla karşılaşır ki, farkında olmadan kendisini içgüdülerini takip ederken bulur.

Filme dönmek gerekirse, Ebba kocasının korkak ve bencil hareketi karşısında dehşete düşmüştür. Yaşadıkları olayı kocasına ve arkadaşlarına sürekli anlatarak mantıklı bir cevap arar ama bulamaz. Ancak aslında mantıklı bir cevap yoktur. Çünkü insan içgüdülerinin mantıklı bir açıklaması olmaz. Tomas da, mantıklı bir açıklama bulamadığından, karısı ne zaman bu konuyu açsa olayın karısının anlattığı gibi gerçekleşmediğini, masadan kaçmadığını iddia eder. Bu iddia karısını daha da çileden çıkarır ve karı-koca arasında ipler kopma noktasına gelir.

Ebba kocasının içgüdülerinden habersiz bir şekilde sürekli Tomas’ı suçlar. Tomas ise kendi içgüdülerinin farkındadır ya da en azından bu olaydan sonra farkına varmıştır. Yine Ebba’nın Tomas’ı suçladığı bir sahnede Tomas daha fazla dayanamaz ve ağlamaya başlar. Çünkü artık karısı gibi o da kendisini suçlamaya başlamıştır. Ama bu sahnede Tomas’ın kullandığı kelimeler dikkat çekicidir. Kendisine yabancılaşarak, sanki suçladığı kişi bir başkasıymış gibi üçüncü tekil şahıs zamirini (o) kullanarak kendisini suçlar. Bu sahnede ruh ve bedenin birbirinden nasıl ayrıldığına şahit oluruz. Ruhun, yapılması gerekenleri yapmayan ya da yapamayan bedeni ve bedenin sahip olduğu içgüdüleri suçladığını görürüz. Çünkü bu istek ve ihtiyaçların kaynağı ruh değil, bedendir. Bedensel içgüdülerin neden olduğu bu durumdan Tomas bir bütün olarak (ruh ve beden) sorumlu tutulmuştur ve Tomas’ın ruhu da suçlanmaktadır. Bu durum da Tomas’ın ruhuna acı vermektedir. Sonuç olarak, Tomas’ın üçüncü tekil şahıs zamiri kullanarak kendini suçluyor gibi göründüğü sahnede aslında ruh bedeni suçlamaktadır.

Tomas yaşadığı patlamadan (bastırılan, var olduğu halde yokmuş gibi davranılan her durum bir noktada patlama yaşar) sonra erkekliğini ve karısını tekrar kazanmak için bir yol aramaya başlar. Aile, havanın kayak yapmak için çok kötü olduğu sisli bir günde, Ebba’nın tüm uyarılarına rağmen kaymaya başlar. Bu şartlar altında, Tomas’ın direktifleriyle en arkadan gelen Ebba normal bir şekilde kaybolur. Tomas karısını o sis altında arar, bulur ve kurtarır. Tomas, kendisini ve ailesini cesur ve düşünceli olduğuna inandırdığını düşünmektedir ki, filmin sonunda insan içgüdülerinin toplum mekanizmalarıyla asla değiştirilemeyeceği ve kontrol altına alınamayacağı bir tokat gibi izleyicinin yüzüne çarpılır. İnsan doğasını sınırlandıran mekanizma koyulmuş toplum normları değil, insanın iyi ve kötü arasında bizzat kendisinin yapacağı seçimdir.

Force Majeure, toplum içinde kadın ve erkeğin yeri, evlilik içinde karı kocanın yeri, aile içinde anne babanın yeri gibi birçok insan ilişkisini inceler ama asıl inceleyip anlattığı, insan doğasının birey karşısında sahip olduğu, her zaman görünmeyen ama aslında mutlak ve sarsılmayan egemenliğidir.

Yorumlar