Michelangelo Antonioni’nin en popüler filmi olan Blowup, bir sanat filmi olmasına karşın elde ettiği büyük gişe başarısını hiç kuşkusuz içerdiği grup seks sahnelerine, uyuşturucu partilerine ve güzel kadın oyuncularına borçlu. Ancak film alt metninde izleyiciye bunlardan çok daha fazlasını sunuyor. Tüketilen bir film izlediğini sanan seyirci, filmin sonlarına geldiğinde, aslında sindirmesi gereken bir filmle karşı karşıya olduğunu anlıyor.
Antonioni, L’avventura’da da çerçeve hikâyesinin arkasına saklanarak, anlatmak istediği asıl şeyle izleyici arasına bir engel koymuştu. L’avventura’nın çerçeve hikâyesi “kaybolan bir kadını ararken yaşanılan maceralar” olsa da, yönetmenin vermek istediği mesaj, hep ve sadece, dümdüz bir çizgide mutlu olmaya çalışan, en azından öyle görünen, insanların içlerinde bu çabayla beraber büyüttükleri boşluk ve bu boşluğun yol açtığı tatminsizlikti.
Blowup’da ise Antonioni, çok başarılı bir moda fotoğrafçısını takip eder. Thomas birbirinden güzel kadınların kendi fotoğraflarını çekmesi için para ödedikleri bir fotoğrafçıdır. İşini neredeyse mükemmel yapar ve ne bir ekonomik problem ne de yalnızlık çeker. Etrafında sürekli güzel kadınlar ve yardımcıları bulunur. Thomas, dışarıdan bakan bir gözün, “Mutlu olmaması için hiçbir sebep yok” diyebileceği kadar şatafatlı bir hayat yaşar. Ancak mutlu olmaması için hiçbir sebep yok tabiri, Thomas’ın içinde barındırdığı boşluğun ve tatminsizliğin bizzat sebebidir. Stanley Kubrick’e neden uyuşturucu kullanmadığı sorulduğunda yönetmenin verdiği cevap Thomas’ın içinde bulunduğu durumu özetler niteliktedir: “Eğer her şey güzelse hiçbir şey güzel olamaz”.
Birçok sahnede Thomas’ın işini yaparken mutsuz ve sabırsız olduğu, işini yapmaktan bıktığı anlaşılır. Ancak bu durum fotoğrafçının parkta çekim yaparken bir çifte rastlamasıyla değişir. Çifti uzaktan izleyen Thomas durmadan fotoğraflarını çeker. Fotoğrafları bastırdığında kadının baktığı yerde silahlı bir adam ve yerde yatan bir ceset görür. Ya da görmez. Thomas bir cinayete tanık olduğunu düşünmeye başlar. Yoksa tanık olmamış mıdır? Filmde bu noktalar net bir şekilde aktarılmaz. Çünkü bir önemi yoktur. Antonioni, seyirciyi önce filme çekip sonra itmiştir. Bu sinematik dürtmeyi yapmasının nedeni seyirciyi anlatmakta olduğu çerçeve hikâyeden soyutlayarak asıl anlatmak istediklerine odaklanmasını sağlamaktır. L’avventura’da da Blowup’ta da tanık olduğumuz şey aynıdır: Sinematik bir dürtme.
Thomas’ın bir cinayete tanık olabileceğini düşünmesi onu bir anda bambaşka biri yapar. Artık yaptığı iş onu heyecanlandırmakta ve ilgisini çekmektedir. Adeta içindeki boşluk dolmuş, gerçekten bir şey yapıyor gibi hissetmeye başlamıştır. İzleyici bu noktada filmin çözüleceğini düşünürken filmin sonu gelir ve izleyici cinayet olayının bir yere bağlanmayacağını ve çözülmeyeceğini anlar. Filmin yaklaşık son 10 dakikasında hiçbir konuşma yoktur. Bu 10 dakika izleyicinin dürtüldüğü “Film bitti ve cinayetle ilgili hiçbir şey yok. Demek ki başka bir şey var” dediği bölümdür. Dolayısıyla en önemli parçadır.
Filmin ilk sahnesinde, bir grup yüzü beyaz boyalı palyaço filmin geçtiği Londra’da tur atarken görülür. Tek yaptıkları kahkahalar atarak etrafta koşuşturmak ve bir ihtimal hayır işi için para toplamaktır. Antonioni, şarkı söyleyerek ve kahkahalar atarak gezen palyaço grubunu gösterirken aralara fabrikadaki işlerinden çıkmış asık suratlı işçilerin sahnelerini serpiştirmiştir. İzleyici, henüz filmin başında, palyaçoların hareketli eğlenceleriyle fabrika işçilerinin hayattan bezmiş, hareketsiz, asık suratları arasında savrulur. Filmin başında bu iki grup insan birbirlerinin tam tersiymiş, bir taraf mutlu bir taraf mutsuzmuş gibi görünse de, filmin sonunda aynı palyaço grubuyla karşılaşıldığında fark edilecektir ki, aslında palyaçolarla işçiler arasında bir fark yoktur. İki grup da düz bir çizgide ilerler. Düz bir çizgi ister mutluluk ister mutsuzluk olsun, insanın tatmin olmasını sağlamaz. Çünkü insan mutsuz olmadan mutluluğu bilemez. Çünkü “Eğer her şey güzelse hiçbir şey güzel olamaz”.
Filmin son sahnesinde palyaço grubu bir tenis kortuna gelir. Thomas da oradadır. Gruptan iki kişi hayali tenis oynamaya başlar. Ne top vardır ne de raket. Ancak tenis oynayan iki palyaço sanki bir top ve ellerinde raket varmış gibi oradan oraya koşturarak birbirlerine yolladıkları hayali topları karşılarlar. Onları izleyen onlarca palyaço da bu hayali tenis karşılaşmasını kafalarını bir taraftan diğer tarafa çevirerek pür dikkat seyreder. Thomas olan biteni ifadesiz bir yüzle izlerken hayali top kortun dışına, Thomas’ın olduğu tarafa kaçar. Bir anda herkes Thomas’a hayali topu getirmesini isteyen gözlerle bakar. Thomas maruz kaldığı bu bakışlara dayanamaz ve hayali topu yerden alıp korta geri fırlatır. Artık o top hayali değildir, Thomas tenis topuyla raketin çarpışmasının çıkardığı sesleri duymaya başlamıştır. Artık o da gerçeklerden kaçanların dünyasına geri dönmüştür. Film, Thomas’ın yok olmasıyla son bulur. Bu sahne mutsuzluktan kaçarken gerçek olmayan bir dünyaya hapsolmayı çok güzel bir şekilde sembolize eder.
Michelangelo Antonioni’nin hem L’avventura’da hem Blowup’ta benzer konulara değinmesi, onun “dışarıdan hep mutlu görünen ancak içinde büyük bir boşluk barındıran insan” konusundan ne kadar etkilendiğini göstermektedir. İnsan; acıkınca yemek yer, yorulduğunda uyur ve arzuladığında sevişir. Bunların hepsini tatmin olmak için yapar çünkü amacı budur, tatmin olmak. O halde, tatmin etmeyen bir mutluluk anlamsızdır, çünkü insanın amacına hizmet etmez. Nasıl insan yemek için acıkır, uyumak için yorulur ve sevişmek için arzularsa; aynı şekilde mutlu olmak için de mutsuz olur.
İnsanın mutluluktan tatmin olamamasının nedeni “mutsuz olmasını gerektiren durumlarda” bile mutlu olmaya çalışması ve olamamasına rağmen öyle görünmesidir. Oysa mutsuzluk da bir duygudur ve tatmin edilmeyi talep eder. İnsan sahip olduğu duygulara saygı duymak zorundadır. Aksi halde doğasına karşı gelmiş olur. Ama insan çokça mutsuzluktan kaçmak için, denize düşen birinin yılana sarılması gibi, yalancı bir mutluluğa sarılır. Ancak bu yalancı mutluluk onu tatmin etmez. Çünkü içten içe bilir ki takındığı mutlu tavır yalnızca bir maskedir. O maskenin altında mutsuzluk duygusu tatmin edilmeyi bekler ve bekler. Ama edilmez ve bu durum Antonioni’nin filmlerinde bahsettiği büyük boşluğu oluşturur.
Arabayla bir yolculuğa çıkan kişi, varacağı yere giderken kilometrelerce yol alır. Bu yolculukta birçok farklı yola sapması gerekebilir. O insan bir yol bozuk diye o yola girmeyecek midir? Sırf daha düzgün diye başka bir yolu tercih ederse varmak istediği yere nasıl varacaktır? Hissedilmesi gereken duygular da adeta bir yere varmak için girilmesi gereken yollar gibidir. İnsan bozuk yollara sonunda varacağı yeri düşünerek dayanmalıdır.
Mutsuzluk insanın hayatında kesinlikle olması gereken bir şey değildir. Ama bu onun olmayacağı anlamına gelmez. Mutsuzluk her insanın hayatında varlığını kabul etmesi gereken bir olgudur. Bu kabullenişle birlikte gelen yüzleşme gerçekleşmeden insanın mutluluğa olan yolculuğu devam ediyor gibi görünse de etmez. İnsanın en çaresiz kaldığı anlardan birisi de aslında bir yere varmaması ama vardığını sanmasıdır. Çünkü kendi içinde bulunduğu hali göremeyecek ve düzeltmek için bir şey yapamayacaktır. En çaresiz anında çaresiz olduğundan haberi bile olmayacaktır. Bu nedenle birçok insan, Antonioni’nin filmlerindeki gibi, içinde nereden geldiği belli olmayan bir boşluk hisseder. Mutsuzluktan kaçmak ondan kurtulunduğu anlamına gelmez. Mutsuzluktan kurtulmanın yolu onunla yüzleşerek onu tatmin etmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder