Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi olan ve birçok festivalden ödülle dönen Mustang, yetim beş kız kardeşin Karadeniz kıyısındaki bir kasabada, toplumsal baskılara karşı verdikleri özgürlük mücadelesini anlatıyor. Filmin adını aldığı Mustang atı ise evcilleştirilemeyen bir at ve filmin temasına oldukça uygun.
Mustang, Fransa’yı Oscar ödüllerinde En İyi Yabancı Dilde Film kategorisinde temsil edecek. Ayrıca film, Saraybosna Film Festivali’nde de en iyi film ödülünü aldı. Filmin bu başarısının altında yatan en büyük etken, içeriğiyle tekniğinin yaratmış olduğu uyum. Deniz Gamze Ergüven kamerasını anlatmakta olduğu konuya uygun bir şekilde kullanmış.
Türkiye’nin bir kuzey kasabasında, beş yetim kız kardeş akrabalarıyla birlikte yaşamaktadırlar. Okulun son gününden sonra, kızlar okuldan birkaç erkek arkadaşlarıyla yazın başlangıcını kutlamak için sahile giderler ve denizde oyun oynarlar. Bu masum oyun bir komşu tarafından yanlış anlaşılır ve şehirde kızların yoldan çıkmış olduğuna dair bir dedikodu yayılır. Bu olaydan sonra kızlar ev hapsine mahkûm edilir ve dış dünyayla bağlantıları kesilir. Zamanla, teker teker, görücü usulüyle evlendirilmeye başlarlar.
Film, etki tepki kanunu ve bu kanunun insan doğasında kendini nasıl gösterdiğiyle ilgilidir. Bu durumda etki sosyal baskılar ve neden olduğu aile baskısı iken tepki ise kızların özgürlük için vermiş oldukları mücadele ve bu mücadelenin sonuçları olmaktadır.
Mustang bu mücadeleyi anlatırken yan konu olarak toplumdaki erkek egemenliğine de yer verir. Bu konuyu anlatırken kadının kabullenici tavrına odaklanır. Görürüz ki, beş kız kardeş dışında hiçbir kadın, erkek tarafından kendisine ya da cinsiyetine yönelen saldırılara karşı çıkmaz, yalnızca geçiştirmeye çalışır. Bu durum filmin birçok sahnesinde vurgulanır.
Film, Türkiye’deki bir maçta küfürlü tezahürat yapıldığı takdirde bir sonraki maça yalnızca kadın ve çocukların gidebildiği bir dönemde çekilmiştir. Filmin bir sahnesinde, böyle bir durum söz konusuyken televizyonda bilet sırasında bekleyen kadınlarla röportajlar yapılıyor. Bir kadın “Allah erkeklerimizden razı olsun.” diyerek, kadınların maça gidebilmesini kadınların özgür iradesine değil erkeklerin küfürlü tezahürat yapmasına bağlıyor. Bu sahnede yukarıda bahsedilen kabulleniş çok net görülür.
Mustang Türkiye’de geçen bir film ve seyirci gördüklerini hep Türk toplumuyla bağdaştırır. Ancak kadının üzerindeki sosyal baskılar ve erkek egemenliği ulusal ya da bölgesel değil insanlığı ilgilendiren bir konudur. Farklı kültürler incelendiğinde, aynı durumu farklı yoğunluklarda görmek mümkündür. Bu yoğunluk farkının en büyük nedeni hiç kuşkusuz eğitim seviyesi ve şekildir. Filmin sonunda da kızların kurtuluşunun bir öğretmene bağlanması bu durumu anlatmak için güzel bir seçim olmuş.
Sofia Coppolla’nın The Virgin Suicides’ında, aynı Mustang’deki gibi, beş kız kardeşin aşırı dindar aileleri tarafından ev hapsine mahkûm edilmelerini anlatılır. Mustang’de kızların erkeklerle görüşmelerine evlilikten önce hiç izin verilmezken; The Virgin Suicides’ta kızlar ailelerinin kontrolü altında erkeklerle görüşebilirler. Ailelerin bu tutum farkına yukarıda bahsedilen eğitim farkı neden olur. Ailelerin tutumları ne kadar farklı olursa olsun, uygulamış oldukları baskının sonuçları iki filmde de benzerlik gösterir. İki filmde de baskının merkezinde baba ya da amca gibi erkek figürler vardır. Bunların yanında anne ya da büyükanne gibi kadın figürler ise baskı ve sınırlama konusunda erkeğin yanında yardımcı konumunda yer alırlar. Bu ayrımın yapılmasındaki en büyük neden ise yönetmenlerin erkek egemenliğine ve kadının kabullenici tavrına yapmak istedikleri vurgudur. Her iki yönetmenin de kadın olması, bu durumu anlatan göz bakımından düşünüldüğünde filmlerde görülen etki ve tepkilerin izleyiciye birinci elden ulaşmasını sağlamaktadır.
Filmin bir diğer yan konusu ise ailelerin toplumun ya da kendilerinin istekleri doğrultusunda çocuklar yetiştirebilmek için çocuklarını evlerine hapsetmeleridir. Bu hapis her zaman gerçek anlamda olmasa da toplumun geneline bakıldığında çocuklar genellikle ailelerinin siyasi görüşlerini, düşüncelerini hatta tuttukları takımları destekler. Bu durum, çocuğun doğduğu ilk günden itibaren bazı baskılara maruz kaldığı ve bazı konularda kendisine seçim hakkı verilmediğini gösterir. Bu durumun en net anlatıldığı film kuşkusuz Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un Dogtooth’udur. Filmde anne ve baba çocuklarını evlerinden hiç çıkmamak üzere adeta programlamışlardır. Öyle ki çocuklar evin bahçesinin sınırları dışına çıktıkları an bir kedi tarafından yenileceklerini sanmaktadırlar. Filmde öyle bir sahne vardır ki ailelerin, çocuklarının dış dünyayı görmelerini istedikleri şeklini nasıl şekillendirdiklerini çok güzel bir şekilde anlatır. Bu sahnede baba Frank Sinatra’nın Fly Me to the Moon şarkısını açar. Şarkının sözlerini şarkı devam ederken Yunancaya çevirir. Ancak çevirdiği sözler şarkının gerçek sözleri değil, aile ile ilgili güzel sözler ve çocukların ailelerine nasıl bağlı olmaları gerektiğidir. Mustang’de de kızların beraber yaşamakta oldukları aile, kızları toplumun yani kendilerinin istekleri doğrultusunda yetiştirebilmek için ev hapsine mahkûm eder. Türkiye’deki insanlar Batı ülkelerine göre topluma ve düşüncelerine daha çok önem verdiklerinden, ailelerin ideal çocuklarını ailenin kendisine has düşünceleri değil toplumun gelenek, görenek ve düşünceleri belirler. Bu nedenle toplumun bireyleri birbirine benzer zira yetiştirilmelerindeki belirleyici unsur aynıdır. Ancak daha bireysel insanların yaşadığı ülkelerde ailelerin yetiştirmek istedikleri ideal çocuklar daha çeşitlilik gösterir. Çünkü yetiştirilmelerindeki belirleyici unsur her bireye yani aileye göre değişir.
Filmin tekniğine bakılacak olursa, ilk sahneden kızların İstanbul’a vardıkları sahneye kadar neredeyse sürekli kameranın yakın çekimde olduğu söylenebilir. Bu durum zaman zaman izleyiciyi rahatsız etse hatta boğsa da aslında bu rahatsızlık yönetmenin tam da amaçladığı bir haldir. Çünkü yönetmen bu çekim tekniğini kullanarak izleyiciyi de kızlarla beraber o küçücük kasvetli evin içine hapsetmek istemiştir. Yakın çekimlerle bu işi güzel bir şekilde kotaran Deniz Gamze Ergüven, kızların İstanbul’a varmasıyla kamerasını rahatlatmış, filmin sonlarında izleyiciyi uzak çekimlere kavuşturmuştur. Bu durum kızların kavuştuğu özgürlüğü vurgulamak için yerinde bir seçimdir.
Film, anlatımda dış ses tekniğini kullanır ve bu dış ses kızlardan en küçüğü olan Lale’nin gelecekteki halinin sesidir. İzleyici ilk sahneden son sahneye kadar Lale’nin tecrübelerini ve çıkarımlarını takip eder. Filmde ensest ilişki ima edilir fakat net bir şekilde anlaşılmaz. Bunun nedeni, hikâyeyi Lale’nin gözlerinden takip ettiğimiz için, onun küçük yaşının bu ilişkiyi anlamaya yetecek olgunlukta olmamasıdır. Bu ilişkinin amcasıyla kardeşlerinin birinin arasında olması ve rızaya dayalı olmaması da Lale’nin bu durumu anlamasını zorlaştıran diğer etkenlerdir.
Sonuç olarak Mustang; toplum, toplumun istekleri ve bu isteklerini doğrultusunda bireyler yetiştirebilmek için uyguladığı baskıları anlatan bir filmdir. Ancak etki tepki yasası gereği, insan doğası baskıya tepki verir ve bu tepkilerin sonucu her zaman aşırıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder