İletişimsizlik Üçlemesi Bölüm 4: Il deserto rosso (1964)

 


Michelengelo Antonioni’nin İletişimsizlik Üçlemesi sırasıyla L’avventura (1960), La notte (1961) ve L’eclisse (1962)’den oluşur. Ancak kimi yazarlar yönetmenin Il deserto rosso (“Kızıl Çöl”) (1964) filminin de Üçlemenin bir parçası olduğunu düşünmektedir. Her dört filmi izlemiş biri, kuşkusuz, bazı yazarların Kızıl Çöl filminin Üçlemenin bir parçası olduğu düşüncesine katılacaktır. Hatta belirtmek gerekir ki Kızıl Çöl, L’eclisse filminden daha çok İletişimsizlik Üçlemesine aidiyet gösteren bir film.

Film, Monica Vitti’nin başarıyla canlandırdığı Giuliana karakterini takip eder. Antonioni, L’eclisse filminde eleştirdiği dünyanın hızlıca ve engellenemez bir şekilde büyük bir kirlilik ve yok olma haline sürüklenmesi temasını, Il deserto rosso filminde de geliştirerek kullanmıştır. Giuliana etrafını saran fabrikalar, dumanlar, kirli atıklar ve tüm bunların kirlettiği insanlardan o kadar çok korkar ki, geçirdiği bir kaza sonrası akıl sağlığına hâkim olmakta zorlanmaya başlar. Artık her şey ona yabancı gelmektedir ve bu yabancılaşma Giuliana’da korku hissini tetikler. Giuliana’nın yaşadığı yabancılaşmanın tek sonucu korku değildir. Ayrıca etrafını her zaman yeni keşfeden ve her zaman etrafına keşfeden gözlerle bakan biri haline gelmiştir. Zaten korku hissinin oluşmasında en etkin rol de bu yabancılık ve onun getirdiği güvensizlik ortamıdır. Belirtmek gerekir ki Monica Vitti bu hissi ve durumu beyazperdeye başarıyla yansıtabilmiş.

Filmde, Üçlemenin diğer filmlerinde olduğu gibi, büyük yapıların önündeki insanlar geniş açıyla çekilerek, insanın şehir hayatının karmaşası içinde boğulması ve küçülmesi anlatılmıştır. Ayrıca düz beyaz duvarlı yapılar önünde kameraya alınan insanlar, beton yığınlarının insanları nasıl duygusuzlaştırdığını anlatmakta kullanılmıştır. Bu yönleriyle film, Üçlemeye teknik açıdan da tam bir aidiyet göstermektedir.

Il deserto rosso, Antonioni’nin ilk renkli filmidir. Bu durum Antonioni’nin renkleri oldukça yoğun kullanmasını ve hâlihazırda filmlerinde sembolizmi kullanan yönetmenin bu anlatım tekniğini genişleterek renkleri de bu amaçla kullanmasını sağlamış. Giuliana’yı gördüğümüz birçok sahnede kırmızı kullanılmıştır. Kırmızı rengi önceki paragrafta bahsedilen korku ve tehlikeyi sembolize eder. Ayrıca bir sahnede salgın hastalık taşıyan bir geminin geldiği sarı bayrakla haber verilir. Filmin son sahnesinde Giuliana ve oğlu sarı fabrika dumanlarına bakarlar ve ne kadar zehirli olduklarından bahsederler. Filmde sarı rengi de kirliliği ve kirlenmeyi sembolize eder.

Filmin yaklaşık ilk bir buçuk saatlik bölümü son yarım saatine hazırlık niteliğinde görülebilir. Çünkü Giuliana, filmin son yarım saatinde kendini serbest bırakacak ve içindeki her şeyi söyleyecektir. Giuliana her yerinin ağrıdığını ve sevdikleri tarafından adeta bir duvar gibi korunmak istediğini söyler. Bu sözleri onun ne kadar yalnız hissettiğini gösterir. Ayrıca kendisine düşünmemesi tavsiye edildiğinde “Düşünmemek… Ne güzel bir çözüm” diyerek düşünmemenin gerçek bir çözüm olmadığını ima eder. Ancak aynı zamanda gerçekleri bilmediğini ve kimsenin ona bu konuda yardım etmediğini söyler. Tüm bunlar beraber düşünüldüğünde görülür ki Giuliana, düşünmemenin bir kurtuluş olmadığının farkında olup, gerçekleri arayıp bulacak halde olmayarak arada kalmış bir haldedir. Bu arada kalmışlık kendisini savunmasız ve bilgisiz hissettirdiğinden, yazının başında bahsedilen yabancılaşma, korku ve güvensizlik halleri perçinlenir. Ancak Antonioni, film boyunca çizdiği bu pesimist görüntünün ardından izleyicisine bir çözüm sunmaktan da geri kalmaz.

Antonioni kurtuluş olarak yüzleşmeyi önerir. Filmde yüzleşme Türk bir denizci kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Filmin sonunda Giuliana Türk bir denizciyle karşılaşır ve onunla içinden geldiği şekilde konuşur. Neredeyse onu ilk defa gülümserken görürüz. Bu açılmanın en büyük sebebi, kuşkusuz, denizcinin yabancı olması ve İtalyanca konuşmamasıdır. Giuliana hayatı boyunca etrafında dilini bilen İtalyanlarla yaşamıştır ama hiçbir zaman o Türk denizciyle kurabildiği iletişimi kuramamıştır. Antonioni burada iletişimin konuşulan dille ilgili olmadığını güzel bir şekilde göstermiştir.

Üçlemenin (Dörtlemenin) her filmi, insanın temel amacı olan mutluluğu arayan, ancak bulamayan insanları konu edinmiştir. İlk iki filmde bu bulamayışın nedeni iletişimsizlik ve suni mutluluk sanrılarıyken, diğer iki filmde bulamayışın nedeni yabancılaşma, dolayısıyla güvensizlik ve korku hisleridir. Ancak dört filmde de tek bir çözüm öngörülmüştür: Yüzleşme. Yüzleşme, insanların rol yapmayı bırakıp gerçeği en yoğun şekilde aramalarıdır. Yapılan roller mutluluğu getirmeyeceği gibi mutsuzluğu da ertelemez. Sadece bir mutluluk ilizyonu yaratır. İlizyonlar ise gerçek olmadığından insanları tatmin etmekten uzaklardır. Bunlar sadece geçici eğlence araçları olabilirler ve insanın en derin ruhsal ihtiyaçlarına cevap veremezler. İnsanın en derin ruhsal ihtiyaçları, tatmin olmanın getirdiği, gerçek bir mutlulukla sağlanır. Bu tatmin de gerekli mutsuzluklardan kaçarak değil onlarla yüzleşerek, yani o mutsuzlukları yaşayarak sağlanır. Mutluluğa giden yol aynı bir şehre giden yol gibi dolambaçlı ve kötü olabilir. Bu yollardan geçmek istememek ve hep düzgün yollardan gitmek bizi gitmek istediğimiz o şehre ulaştırmadığından, yalnızca o kötü yollara girmemiş olmakla kalırız. Michelengelo Antonioni’nin Üçlemesinde (Dörtlemesinde) konu aldığı insanlar da bu hataya düşerek sürekli güzel yollardan giderler ancak hiçbir zaman gitmek istedikleri şehre ulaşamadan yaşarlar. Bu durum da içlerinde büyük bir boşluk oluşmasına yol açar. Ancak nafile mutluluk arayışlarından kurtulup gerçek mutluluğa ulaşmanın formülü girilmesi gereken o yollara, o yollar nasıl olursa olsun, girmek ve ulaşılmak istenen yere, yani mutluluğa ulaşmaktır.

Yorumlar