“Kupaların Şövalyesi genç bir şövalye olarak beyaz atın üzerinde sanki bir elçiymiş gibi kupa tutarken görünür.
Kardeşlerinin (diğer Şövalyelerin) aksine Kupaların Şövalyesi dörtnala at sürmez, yavaşça ilerler ve bu görüntü sakinlik ve huzuru işaret eder. At, gücü ve enerjiyi; beyaz ise saflığı, ruhu ve ışığı sembolize eder. Şövalye balık resimleriyle kaplı bir zırh giyer, balık ruhu, bilinci ve yaratıcılığı sembolize eder. Şövalyenin başı ve ayakları kanatlıdır ve bu aktif ve yaratıcı bir hayal gücünü vurgular.”
Terrence Malick’in 2015 yapımı filmi Knight of Cups, değindiği konulardan dolayı olsa gerek, hem eleştirmenler hem de izleyiciler tarafından beğenilmedi. Öyle ki film, Türkiye’de vizyona bile giremedi. Filmin durağan olduğu ve bu özelliğinden dolayı çok zor izlendiğini kabul etmek gerekir. Ancak filmin anlatmak istediğine bakıldığında, bu durağanlığın nedeni anlaşılıyor ve ilgili durağanlık izleyen tarafından da gerekli görülüyor. Yani sevmek için anlamamız gereken bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmaz.
Rick (Christian Bale) Hollywood’da Amerikan hayali olarak tabir edilen hayatı yaşamaktadır. Çılgın partiler, alkol, uyuşturucu, kadın dolu bu hayat Rick’i tatmin edememektedir. Zevk dolu bu hayatın mutlu olmaya yetmemesi, Rick’in daha önce hiç aramadığı bir şeyi aramasına neden olur.
“Onca yıl boyunca… Başka birinin hayatını yaşamak… Farkında bile değildim…”
Rick bu sözleri söylediğinde bazı şeylerin farkına varmaya başlamıştır. 30 yıllık hayatı yaşamıştır, ancak bu 30 yıl ona bir hiçlik olarak görünmektedir. O artık bu dünyanın arkasında yatan hakikatleri aramaya ve görmeye hazırdır.
İnsan ırkı bir zamanlar hayvandı ve tarihin gizli bir noktasındaki bir dokunuş hayvan insanı hayvan mertebesinden alıp insan mertebesine koydu. Bu dokunuş hiç kuşkusuz ona bir bilinç aşılamıştır. Michelangelo, Sistine Şapeli’nin tavanındaki “Âdem’in Yaradılışı” freskinde bu dokunuşu çok güzel tasvir etmiştir. Bu dokunuş sanatta böyle dışa vurulurken bilimde de bir görünüm kazanmıştır. Charles Darwin’in Evrim teorisi insanların bir zamanlar hayvan insan olduklarını iddia eder. Felsefede ise bu ayrım birçok filozof tarafından anlatılmaya çalışılmıştır. Özellikle John Stuart Mill’in “Mutlu bir domuz olmaktansa mutsuz bir Sokrates olmayı yeğlerim” sözü insan ile insan hayvan arasındaki farkı açığa vurur. Sanatta da bilimde de felsefede de belirtilen bu Dokunuş’ta insanı hayvandan ayıran özellik hiç kuşkusuz akıldır. İnsan akılla beraber seçme hakkı (irade) kazanmıştır ve bu onu hayvandan üst bir varlık haline getirmiştir.
Rick, 30 yıl boyunca bir hayvan olarak yaşamış, insan olduğunu unutmuştur. Ama bir şey ona insan olduğunu hatırlatmıştır. Bundan sonra Rick hayvan olduğu yaşamına geri dönemez, çünkü o artık farkına varmıştır, gözleri açılmıştır. Bu farkındalık onun mutsuz olmasına neden olsa dahi, o bu mutsuzluğun eski yaşamındaki mutluluktan daha değerli olduğunun bilincindedir. Düşünmediği yaşamına geri dönemeyecek olmasının da nedeni budur.
Filmin başında, Doğu’nun kralının, oğlunu Mısır’a, denizin derinliklerindeki bir inciyi araması için gönderdiğini anlatan bir hikâye anlatılır. Bu hikâyede kral oğlunu Mısır’a inci araması için göndermiştir ancak Prens Mısır’a vardığında insanlar onu hafızasını kaybetmesine yol açan bir kupaya koymuşlardır. Bunun üzerine Prens, kralın oğlu olduğunu ve inciyi araması gerektiğini unutur ve derin bir uykuya dalar. Ancak kral oğlunu unutmaz. Oğluna elçiler, ulaklar aracılığıyla haber salmaya devam eder. Ama prens uyumaya devam eder.
Bu hikaye Âdem ile Tanrı arasındaki ilişkiyi tasvir eder. Âdem dünyaya bir neden uğruna gönderilmiştir ancak neden gönderildiğini unutmuştur. İnsan hayatının bir döneminde hatırlamaya başlar ve bu onu geri dönülemez bir yola koyar. Felsefede de bu unutma/hatırlama olgusu anlatılmıştır. Platon’a göre “Ruh ölümsüz olduğuna göre, aranan doğru ile daha önceki hayat dönemlerinde muhakkak karşılaşmış olmalıdır. Ölümsüz bir ruh taşıyan insanoğlu için “öğrenmek”, eskiden bilinen bir şeyi hatırlamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir. Ancak ölümsüz ruhun eski hayatında gördüklerinden hatırladıkları son derece muğlak bilgilerdir. Üstüne üstlük, bir de bu dünyadaki doğrudan algılamaların getirdiği zihni karmaşa, bu bilgileri daha sallantılı tasavvurlar haline dönüştürmektedir.”
Rick “Olmak istediğim kişiyi unuttum.” (I can’t remember the man I wanted to be) diyerek bu olgunun yavaş yavaş farkına varmaya başladığını göstermiştir. Platon’un iddia ettiği idealar dünyasından bildiklerini formlar dünyasında hatırlamaya başlamıştır. Bu hatırlama (anamnesis) filmde şu sözlerle edebi bir biçimde özetlenir:
“Ruh kusursuzken ve kanatları varken, yalnızca kanatları olan varlıkların girebildiği sığınaktaydı. Ancak sonra, ruh kanatlarını kaybetti ve dünyevi vücuda büründüğü dünyaya düştü, ve şimdi ruh bu vücutta yaşarken, bir zamanlar sahip olduğu kanatlara dair hiçbir iz yok ama kanatların kökü hala onda… ve güzel bir kadın veya yakışıklı bir erkek gördüğümüzde, ruh o sığınaktan bildiği güzelliği hatırlar ve heyecanlanır, ve bu durum onun uçmak istemesine neden olur, ancak o uçamaz çünkü hala çok zayıftır ve bu yüzden sürekli göklerdeki küçük kuşlara bakar, o artık etrafındaki somut dünyaya ilgisini kaybetmiştir.”
Yukarıdaki sözde belirtilen “etrafındaki somut dünyaya ilgisini kaybetme” bu dünyadan daha yüksek şeylerin farkına varan insanın kaderidir. Bir kez bunun bilincine varmak, insanı geri dönülemez bir yola sokar. J. S. Mill’in mutlu domuz/mutsuz Sokrates karşılaştırmasında bahsettiği de budur. O insan artık alçak zevklerle tatmin olmaz, Yüksek mutluluğu arar.
Yazının başında Rick’in 30 yıllık yaşamını sonlandırıp yeni bir yaşama başladığından bahsetmiştim. Bu başlangıcı gerçekleştiren etken ne olabilir? İnsanı hangi duygu mutlu bir domuzken mutsuz bir Sokrates’e çevirir? Filmde bu soruların cevabı hiç kimsenin kaçamadığı ancak çoğu zaman sakladığı, yok saydığı, yüzleşmediği bir duygudur: Acı.
İnsanlar karşı konulamaz bir acıyla karşılaştıklarında çoğu zaman Yaratıcı’ya sitem ederler. Çünkü bu acıyı veren O’dur. Ancak acılar, insanın uykuya daldığı dünyevi yaşamından uyanıp Dünya’ya niye geldiğini hatırlamasını sağlayacak yegâne unsurdur. Belki Doğu’nun kralının oğlu Mısır’da öyle bir acıyla karşılaşacaktır ki neden orada olduğunu ve inciyi araması gerektiğini hatırlayacaktır. Filmde Terrence Malick acıların insanın hayatındaki yerini, bir Papaz’ın ağzından, şu sözlerle anlatmıştır:
Papaz: “Yalnız görünüyorsun… Değilsin… Şu anda bile senin elinden tutup sana yol gösteriyor. Senin göremeyeceğin bir yol. Eğer mutlu değilsen bunu Tanrı’nın seni sevmemesi olarak algılama, aksine bu Tanrı’nın seni sevdiğinin bir işaretidir. O sevgisini seni acılardan kurtararak değil, sana acılar vererek, seni orada tutarak gösterir. Acı çekmek seni olduğundan yüksek şeylere bağlar, kendi iradenden bile yüksek şeylere. Seni bu dünyadan alır, arkasında yatan şeyleri bulmanı sağlar. Gönderdiği sorunlara sadece katlanmak zorunda değilizdir, onları birer lütuf olarak görmeliyiz. Kendimiz için istediğimiz mutluluktan bile daha değerli bir lütuf…”
Yukarıdaki sözde geçen “kendimiz için istediğimiz mutluluktan bile daha değerli bir lütuf” olgusu birçok filozof ve din kitabında da geçmiştir. Örneğin Kant, insan için en yüksek değerin mutluluk değil görev olduğunu belirtmiştir. Kur’an’da da Allah’ın rızasının insanın mutluluğundan daha üstün olduğu söylenmiştir: “Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara… …cennetlerinde çok güzel köşkler vadetti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür.”
Bazı kaideler kimi zaman sanatta kimi zaman felsefede kimi zaman da dinde karşımıza çıkar. Bunların arasındaki bağlantıyı görerek noktaları birleştirmek insanın kendi sorumluluğundadır. Bize bir Dokunuş’la verilen bu akıl, bize “fark etme” sorumluluğu yükler. Fark etmek ise cesaret gerektirir çünkü insan mutsuz olacağını bilerek mutluluklardan vazgeçeceği bir yolculuğa çıkmak üzeredir. Şems ve Leonardo Da Vinci, noktaları birleştirmek konusunda birbirlerini doğrulayan şu sözleri söylemişlerdir:
“Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır” – Şems
Görmeyi öğren ve her şeyin birbirine bağlı olduğunu fark et” – Leonardo Da Vinci
Knight of Cups, Rick’i takip ederek insanın önce uykudaki halini, sonra onu o uykudan uyandıran şeyi ve son olarak da insanın uyandığındaki halini anlatıyor. Film Rick’in, “Başla” demesiyle sona erer.
Yorumlar
Yorum Gönder