Federico Fellini’nin 1959 yılında Roma sokaklarında, daha çok sabaha karşı, çektiği La dolce vita (Tatlı Hayat) filmi, keskin dürüstlüğü ile öne çıkan bir film. Michelengelo Antonioni’nin İletişimsizlik Üçlemesi’ndeki L’avventura, La notte, L’eclisse ve hatta Il deserto rosso filmleriyle çok sıkı bağları olan üstelik içinde Federico Fellini’nin üç yıl sonra çektiği 8½ (Otto e Mezzo) filminden de parçaları barındıran La dolce vita’yı muhteşem bir film olarak nitelendirmek gerekir.
Film, Marcello adında bir magazin köşe yazarını takip eder. Marcello gecelerini farklı kadınlarla geçiren ve Roma sosyetesinin yaşadığı hayata tanık olan bir adam olarak karşımıza çıkar. Filmin çoğu bölümü gecelerden oluşuyor. Fellini’nin bu zaman dilimini tercih etmesinin nedeni, sabahın gündelik yaşamı, geceninse ruhsal yaşamı sembolize etmesi olabilir. Film, bir insanın iç yaşamını merkeze alır, bu açıdan gece çekilmesi faydalıdır. La dolce vita, insanın çaresizce mutluluk arayışını ancak ona ulaşamadığı her an daha da içine gömülmesini anlatıyor. Bu açıdan, Marcello karakterini oynaması için Marcello Mastroianni çok yerinde bir seçim. Mastroianni, arayış içindeki bakışları ve bakışlarının arkasında sürekli acı çekiyormuş hissini izleyiciye çok iyi yansıtabilmiş. Ayrıca Mastroianni’nin çocuksu tavırları ve profesyonellikten uzak oyunculuk tarzı, ilk bakışta bir eksi gibi görünse de, La dolce vita’daki Marcello karakteri için bir gerekliliğe dönüşerek bu oyuncu performansını çok başarılı kılıyor.
Filmin açılışında, Hz. İsa’nın heykelinin bir helikopterden sarkıtılarak Roma üzerinde dolaştırıldığına şahit oluruz. Bu helikopterin içinde Marcello da vardır ve bir binanın üzerinde güneşlenen kadınların numarasını almaya çalışır. Filmin son sahnesinde balıkçılar büyük bir vatoz yakalarlar ve vatoz gözleri sonuna kadar açılmış bir şekilde yukarıya, insanlara doğru bakar vaziyette durur. Bu sırada balıkçılar vatozun kaç para edeceğini düşünerek sevinç içindedirler. Marcello da vatozun başında toplanan insanların arasındadır ve vatozun onlara ısrarla baktığına dikkat çeker. Balık, Hz. İsa için kullanılan sembollerden en yaygın olanıdır. Filmin açılış ve kapanış sahneleri göz önünde bulundurulduğunda, ilk sahnedeki heykelle son sahnedeki balığın Hz. İsa’ya, dolayısıyla dine bir gönderme olduğu okuması yapılabilir. İlk sahnedeki heykelin helikopterde taşınması ve şehre yukarıdan bakması, insanların dini el üstünde tutuyor görünmelerine ve onun için hiçbir masraftan kaçınmadıklarına; Marcello ve arkadaşlarının helikopterdeyken kadınların numaralarını almaya çalışmaları ise dini el üstünde tutuyormuş gibi görünen insanın aslında yalnızca gösteriş peşinde olduğuna yapılmış göndermelerdir. Filmin son sahnesindeki vatozun yakalanması ve ölmek üzere olması, dinin modern toplum arasında gücünü kaybettiğine ve ölmek üzere olmasına; ölmek üzere olan vatozun gözlerinin hala insanlar üzerinde olması ise hor görülen, dışlanan, gösteriş için bir maske olarak kullanılan dinin tüm bunlara rağmen hala insanlık için umuda sahip olmasına yapılmış göndermelerdir.
Filmin açılış ve kapanışında yapılan bu simetrik göndermeler filmin tam ortasını ilgi çekici kılarlar. Filmin tam ortası olarak nitelendirilebilecek bir anda (174 dakikalık filmin tam yarısı olan 87. dakikasında), Marcello’nun şair arkadaşı Steiner, filmdeki tek dürüst ve farkında olan insan olarak karşımıza çıkar. Sanki Steiner, erimekte olan insan ruhunun nasıl kurtulacağını bilmekte ancak bu bilgi kadar bu kurtulmanın gerçekleşmeyeceği bilgisiyle birlikte ıstırap dolu bir arafta yaşamaktadır. Zaten insan ruhunun trajedisi, yolu bilip o yolu alamamaktır. Yolu bilmeyen insanın yaşayacak bir trajedisi de olmaz. Steiner, yolu bilen biri olarak, sahip olduğu mükemmel karısı ve çocukları, sanat ve entelektüelite dolu yaşamına rağmen, mutlu değildir. İçinde bulunduğu ruh halini şu cümlelerle açığa vurur:
“Huzur beni korkutuyor. Hem de her şeyden çok. Bu sessizlik ardında cehennemi gizleyen bir maske gibi… O zaman çocuklarımın geleceğini düşünüyorum. Dünya harika bir yer olacak deniyor. Bir telefon konuşması her şeyi sona erdirmeye yetecekken, bu nasıl olabilir? İnsan tutkulardan, duygulardan uzak yaşayıp kendini bir sanat eserindeki uyuma vermeli. Zamanın dışında yaşayacak kadar, her şeyden uzaklaşacak kadar çok sevmeyi öğrenmeliyiz. Buna mecburuz.”
Filmin sonlarına doğru Steiner iki çocuğunu öldürerek intihar eder. Arafta yaşadığı bu hayata daha fazla dayanamamıştır. Marcello arkadaşının ölümünden çok etkilenir ve zaten elinde olmayan yaşamı tamamen kendisinden kopar. O güne kadar gece kulüplerinde, lüks şatolarda partiler ve kadın arayışlarıyla günlerini geçirmekte olan Marcello, Steiner’in ölümünden sonra sarhoş gezdiği yüksek sınıf grup seks partilerine katılmaya başlar. Yazmakta olduğu magazinsel köşeyi bırakır ve reklamcı olur. Steiner yolu bilen ama alamayan biri olarak karşımıza çıkarken; Marcello yolu bilmeyen ama yolun varlığını hisseden biri olarak karşımıza çıkarlar. Her ikisi de yolu alamamaktadırlar ve acı çekerler. Bu yol ise her insanın başka bir şey için değil de kendi aşkına arzuladığı tek şeye; mutluluğa çıkmaktadır. Bu çaresiz mutluluk arayışı birini intihara diğerini anlamsız grup seks partilerine sürüklemiştir. Yine de yolun varlığını hissedemeyenlere göre daha acılı ama üstün bir hayat sürerler.
Marcello yazmak için gittiği bir sahil kafesinde garson olarak çalışan genç bir kızla tanışır. Bu kız saf, tertemiz ve gelecek için heyecan doludur, kirlenmemiştir. Marcello onun yüzünü melek heykellerine benzetir. Filmin sonunda kumsalda, kız Marcello’yu tekrar görür. Uzaktan Marcello’ya daha önce tanıştıklarını anlatan hareketler yapar. Ancak aralarında küçük bir göl vardır ve dalga ile insan sesleri yüzünden Marcello kızı anlamaz. Kız biraz daha anlatmaya çalışır ama Marcello bir türlü kızı hatırlamaz ve sonunda pes edip arkasını döner. İki elini kaldırarak “Ne yapabilirim ki?” anlamına gelen bir işaret yapar. Bu anda Marcello’nun yüzünde çaresizlik tüm çıplaklığıyla görünür. Bu sahne de aslında tüm film gibi sembollerle doludur. Masum kız mutluluğa giden yolu sembolize eder. Marcello’nun kızı bilmesi ancak hatırlayamaması ise Platonvari bir bakış açısıyla idealar dünyası ile fenomenler dünyasını temsil eder. Marcello onu mutluluğa götürecek yol olan saflıkla tanışmış ama filmin sonuna gelindiğinde o saflığı hatırlayamaz hale gelmiştir. Aynı zamanda onu hatırlar gibi olması, onda farklı bir şeyler olduğunu hissetmesi yüzündeki çaresiz ifadeye sebep olmuştur. Marcello, artık aramayı bırakmıştır, pes etmiştir. Gerçek mutluluğa unuttuğu yollardan ulaşamamak yerine, yalancı mutluluğa bildiği yollardan ulaşmayı seçmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder