Jagten (2012): Avcı Av Olursa


Uyarı: Bu yazı Jagten (Onur Savaşı) filmi hakkında sürprizbozan (spoiler) içermektedir.

Thomas Vinterberg’in 2012 yapımı, orijinal adı Jagten olan filmi Türkçeye Onur Savaşı, İngilizceye ise Av anlamına gelen The Hunt olarak çevrilmiş. Her şeyden önce filmin isminden ve bir film isminin bir film için ne anlama geldiğinden bahsetmek istiyorum.

Bir film dediğimizde aklımıza ne gelir? Film ilk sahnesinden son sahnesine, birbirlerine eklenmiş video kliplerden mi oluşur? Yoksa filmin başındaki ve sonundaki yazılar ya da filmin afişi ve ismi de “film” dediğimiz şeye dahil midir? Kişisel olarak bir filmin yukarıda saydığım her bir unsurdan oluştuğunu düşündüğümden, filmlerin isminin yabancı bir dilden çevrilirken dikkat edilmesi ve bu konuya şu an verilenden daha fazla önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Filmin başlığı, filmden ayrı düşünülemeyecek, adeta filmi bir bütüne ulaştıran bir unsurdur. Filmin başlığının seçilmesi, tüm sanat eserlerinde olduğu gibi, onu meydana getiren sanatçının eserinin özüne ilişkin yaptığı bir seçimdir. Bir ressam nasıl boyalarını seçiyor, neyi ve nasıl çizeceğini düşünüyorsa, eserine vereceği ismi de diğerleriyle aynı değerde bir düşünce süreciyle seçer. Yönetmen de, aynı şekilde, oyuncularını, senaryosunu, kamera açılarını seçtiği gibi filmine bir isim seçmektedir. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda bir filmin isminin yabancı dilden çevrilirken ne kadar dikkatli olunması ve anlatmak istediğinin korunmasının ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılabilir.

Ülkemizde yabancı film isimleri, “sanatçının başlık seçimini anadile en doğru şekilde aktarabilmek” kaygısından uzak, gişe menfaatlerine göre seçilmektedir. Bu eğilim belki filmleri daha çok izleyiciyle buluşturuyor olabilir ancak izleyiciler filmi bir unsuru eksik bir şekilde tecrübe etmektedirler. Sonuç olarak, “film isimlerinin doğru çevrilmesiyle daha az izleyicinin filmleri tam olarak tecrübe edebilmesi” ile “film isimlerinin gişe menfaatlerine göre çevrilmesiyle daha çok izleyicinin filmleri eksik tecrübe etmesi” arasında bir seçimle karşı karşıya kalıyoruz. Bu noktada eleştirel tutumdan bir adım geri gidersek, sektörün yaşaması için gerekli olan ve sistemin bazı acı gerçekleriyle beraber hayatın neredeyse her alanında kendini göstermesi konularıyla karşılaşıyoruz.

Bu uzun ama gerekli olduğunu düşündüğüm açıklamadan sonra filme dönecek olursak, İskandinavcada Av anlamına gelen Jagten ( bu yazıda filmi Av olarak belirteceğim), odak noktası olarak Lucas (Mads Mikkelsen) adında bir kreş çalışanını seçiyor. Lucas karısından boşanmış ve oğlunu çok az görebilen, yaşadığı kasabada sevilen ancak yine de yalnız bir yaşam süren bir adam ve filmin başında hayatının her açıdan düzeldiğine şahit oluyoruz. Lucas önce oğlunun yanına taşınacağı haberini alıyor, daha sonra bir sevgilisi oluyor. Tüm bunlar olurken kreşte çocuklarla çok mutlu çünkü çocukları çok seviyor ve onlarla hiçbir kreş çalışanının ilgilenmediği kadar ilgileniyor. Tüm bu olumlu gelişmeler, kreşte Lucas’a çocukça bir aşk duyan küçük Klara’nın, Lucas’ı dudağından öpmesiyle tepetaklak oluyor. Lucas uygun bir dille Klara’ya kendi yaşıtlarından birine aşık olması gerektiğini anlatıyor ve Klara’nın yanından uzaklaşıyor. Bunun üzerine Klara herkese, çocuk aklıyla ve masumca, daha önce abisinin arkadaşlarının kendisine gösterdiği erekte penis görüntüsünü sanki Lucas göstermiş gibi anlatıyor. Film bundan sonra Lucas’ın bu suçlamayla nasıl başa çıktığına ve toplumun bu suçlama karşısındaki reaksiyonuna odaklanıyor.

Ceza hukukunun en temel prensiplerinden olan ve hiçbir insanın bağımsız ve tarafsız mahkemelerce suçlu olduğu belirlenene kadar suçlu sayılamayacağı anlamına gelen “masumiyet karinesi”, Av filminde varlığının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bir ebeveynin, çocuğunun cinsel tacize uğradığını söylemesi karşısında soğukkanlı kalarak hiçbir hukuk ilkesini düşünmeden hareket edeceğini öngörmek ve bu fevri hareketi anlayışla karşılamak hiç zor değil. Ancak Av öylesine bir film ki aynı olayın başınıza gelmesi halinde sizi masumiyet karinesinin gerekliliklerine göre hareket ettirebilecek bir anlatım gücüne sahip. Bu gücünü suçsuz olduğunu bildiğiniz bir insanın acımasızca ve sorgulamadan suçlanmasından ve bu durumun incittiği adalet duygusundan alıyor. Adalet duygusu duygular arasında en güçlülerindendir. Bu gerçek birçok atasözünde ve düşünürlerin sözlerinde görülür. Bir Latin atasözü, “Dünya yıkılsa da bırak adalet yerini bulsun.”, bir Türk atasözü, “Yiğidi öldür ama hakkını yeme.” diyerek adaletin insan yaşamından bile daha üstün bir değer olduğunu belirtirler.

Filmin izleyicinin adalet duygusunu inciterek onu sorgulamaya ittiği konu, suçsuz bir insanın suçlanması ile suçlu bir insanın suçlanmaması arasındaki çizginin üzerinedir. Cicero bu konuya şöyle yaklaşmıştır: “Bir masumu mahkûm etmektense bir suçluyu koruma riskini göze almak daha iyidir.” Bu bakış açısı hem masumiyet karinesi hem de “şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo)” ilkelerinin temelini teşkil eder. Zaten işkence yasağı, susma hakkı gibi daha birçok ceza hukukunun ilkeleri de bu temellere dayanmaktadır. Filmde Lucas suçsuz olmasına rağmen öylesine suçlanmaktadır, insanlar Lucas’ın suçlu olduğundan öylesine emindir ki izleyicinin adalet duygusu birçok açıdan incinir. Bu açıdan film hukuk fakültelerinde ceza hukuku dersinde izletilebilecek ve izleyicinin görüşlerini dramatik bir şekilde değiştirebilecek niteliktedir.

Filmin isminin Av olarak seçilmesi oldukça yerindedir. Filmin başında Lucas’ın tüfekle geyik avladığını görürüz. Bu eylemi tereddütsüz bir tavırla gerçekleştirir. Filmin son sahnesinde mekân yine ormandır ve Lucas ile oğlu avlanmaktadırlar. Lucas bir geyiği rahatça vurabilecek bir pozisyon edinir ancak vurmaz. Bu noktada Lucas’ın geyikle empati yapmasına şahit oluruz. Bir zamanlar tereddütsüz bir tavırla geyiği vurabilen bir adam, kendisine atılan iftira sonucu toplumun avı olmuş ve av olmanın ne demek olduğunu anlamıştır. Artık hiçbir zaman bir avcı kimliğiyle avlara tereddütsüz bir tavırla yaklaşamayacaktır. Film bu noktada avcının yalnızca av olduğu zaman avcılıktan vazgeçeceğinin, bir başka ifadeyle empatinin ne kadar önemli olduğunun altını çizer.

Filmin son sahnesinde, ormanda, birisi Lucas’ı tüfekle vurmaya çalışır ama ıskalar. Bu sahnede Lucas’ın hakkında çıkan asılsız iftiranın üzerinden bir sene geçmesine ve Lucas’ın suçsuz olduğunun kanıtlanmasına rağmen insanların aklındaki şüphenin silinmediğine şahit oluruz. Lucas suçsuzdur ve suçsuz olduğu kanıtlanmıştır ancak toplumun hala şüpheleri vardır. Bu sahne “Çamur at izi kalsın” ilkesinin bir nevi somutlaştırılmasıdır. Jagten’in son sahnesinde tüfekle vurulmaktan kurtulan Lucas, bir zamanların avcısı, artık toplumun avı olmuştur.

Yorumlar