Oldeuboi’dan tanıdığımız yönetmen Chan-wook Park, Oldeuboi filminde hâkim olan intikam temasının oldukça baskın olduğu ancak bunun yanında daha birçok konuya değinen, teknik açıdan kusursuza yakın ve feminist eleştiri kuramına uygulama alanı açan oldukça başarılı bir filmle karşımıza çıkıyor.
Hizmetçi, kısaca özetlemek gerekirse, fakir bir yankesici olan Sook-Hee ile zengin bir leydi olan Lady Hideko’nun erkek egemenliğine karşı verdikleri hem kişisel hem ortaklaşa mücadeleyi konu alıyor.
Filmin Korece olan orijinal adı Ah-ga-ssi’dir ancak İngilizce’ye The Handmaiden, Türkçe’ye ise Hizmetçi olarak çevrilmiştir. Ah-ga-ssi “leydi” anlamına gelirken filmin başlığının Türkçe ve İngilizce’de “hizmetçi” anlamına gelecek şekilde çevrilmesi ilgi çekicidir. Bu ikiliğin nedeni, hiç kuşkusuz, filmin karmaşık senaryosu ve bu senaryoyla örtüşen dâhiyane kurgusudur.
Filmdeki olaylar silsilesi öncelikle hizmetçinin bakış açısıyla verilir. Olayları onun açısından izleriz ve onu ilgilendiren kısım bittiğinde sahne de biter. Filmin hizmetçiyi takip eden birinci bölümünde kamera da adeta hizmetçi rolüne bürünmüştür. Sık sık alçak açı çekimleri kullanılarak hizmetçi aşağıya, leydi ise yukarıya yerleştirilir ve bu yolla görsel bir hiyerarşi yaratılır. Ayrıca kamera bu bölümde hizmetçinin ilgisini çeken eşyalara ve insanlara odaklanır.
Filmin ikinci bölümünde bakış açısı evin leydisi olan Lady Hideko’ya geçer. Bu geçişe paralel olarak birinci bölümdeki aynı sahneler bu sefer yüksek açıdan yani leydinin bakış açısından çekilmiştir. Kamera artık leydinin baktığı eşyalara odaklanır.
Üç bölümden oluşan filmin ilk iki bölümünün iki farklı kadın bakış açılarıyla çekilmesi, karakterleri ayrı ayrı derinleştirmeye olanak sağlamıştır. Ayrıca her bir bölümde olayları sınırlı bir şekilde sadece bir insanın bakış açısından izlemek, diğer bölümde diğer insanın bakış açısına kavuştuğumuzda ortaya çıkacak birçok sürprize zemin hazırlamıştır. Filmin en büyük kozlarından biri olan senaryonun bol sürprizli yapısı, bu ikili anlatım tekniğinin sonucudur. Bu açıdan film, son yıllarda adını seyirciyi şaşırtma konusunda duyurmuş Gone Girl filmiyle benzerlik gösterir. Ayrıca ikili bakış açısı içeren bu anlatım tekniği, insanın aslında ne kadar sınırlı bir vizyon ve bakış açısına sahip olduğunu ve büyük resmi görmekten ne kadar uzak olduğunu hatırlatır niteliktedir.
İkili anlatım tekniği adeta bir otobüs yolculuğunda, yolculuğu otobüsün iki tarafındaki pencere kenarlarında oturan yolcuların gözünden aktarmaktır. Yönetmen bize aynı yolculuğun farklı yanlarını göstererek seyircinin bakış açısını birinci şahıs anlatım tekniğiyle ilahi anlatım tekniğinin arasında bir noktaya oturtmuştur.
Yazınsal açıdan bu kadar zengin bir içeriğe sahip olan Hizmetçi, görsel açıdan da oldukça başarılıdır. Filmdeki ışık kullanımı oldukça ilgi çekicidir. Evin beyinin kitaplara zarar veriyor diye az ışık istemesi ve daha çok gaz lambası, mum gibi aydınlanma yöntemlerini tercih etmesi, az ışıkla karanlığın içinden çıkarılan görsel imgeler yaratılmasına olanak sağlamış ve filmin sinematografik yapısını olumlu yönde etkilemiştir. Aynı zamanda evin duvarlarındaki tablolara ve kitaplardaki çizimlere bakıldığında sanat yönetiminin de üst düzey olduğunu söylemek gerekir.
Yazının bu noktasına kadar filmin gerek yazınsal gerek görsel olsun, sadece teknik detaylarına değinildi. Ancak filmin başarısı, kusursuza yakın tekniğiyle içeriğini buluşturabilmesindeki becerisinde saklıdır. Hizmetçi, erkeğin kadına röntgenci bakışını sorgulamış ve kadının bu bakıştan kurtulmasını, kurgusal olsa da, kutlayarak feminist eleştiri kuramının kullanılması için uygulama alanı açmıştır. Bu noktada filmin yönetmeni erkek olsa da, filmin esinlenildiği roman olan Fingersmith bir kadın yazar olan Sarah Waters tarafından yazılmıştır. Bu açıdan bakıldığında, filmin neden güçlü bir feminist bakış açısına sahip olduğu daha iyi anlaşılır.
Tüm insanlık tarihi incelendiğinde, kadın ve erkek ekseninde bakılırsa, bir özne ve bir nesne karşımıza çıkar. Özne, yani savaşları yapan, kitapları yazan, sözleri söyleyen, resimleri yapan, uçakları uçuran, arabaları süren, filmleri çeken hep erkektir. Erkeğin özne olma iktidarını elinde bulundurması, onun genellikle cinsel ilgi duyduğu kadını ise nesne konumuna itmiştir. Bu yüzden erkek, yaptığı savaşları, yazdığı kitapları, söylediği sözleri, yaptığı resimleri, uçurduğu uçakları, sürdüğü arabaları, çektiği filmleri hep kadın için yapmış, söylemiş, yazmış, uçurmuş, sürmüş ve çekmiş yani kadını nesneleştirebildiği ölçüde kendisi özne olabilmiştir. Bu nedenle de, sinema özelinde bakacak olursak, erkek bakan kadın ise bakılan konumundadır. Kadını inceleyen erkek gözü, daha yakından görmek istediğinde kamera hemen zoom yapar ve kameranın içinde birçok lens bulunan objektifi tıpkı teleskop gibi erkeğin penisini andırır. Objektifin gözü andıran ve tüm ışığı içine alan merceği ise, yine Freudyen bir bakış açısıyla, kadının vajinasını andırır. Bu Freudyen bakış, kadın-erkek arasındaki bakılan-bakan ilişkisini, sinema özelinde, oldukça iyi bir şekilde anlatmaktadır.
Filme dönecek olursak, erkek filmdeki kadınları temsil eden hizmetçi Sook-Hee ve Leydi Hideko ile çift taraflı bir plan yapmıştır. Erkek, kurnazca, hizmetçiyle yaptığı planda leydiyi, leydiyle yaptığı planda da hizmetçiyi hedef alır. Ancak bu iki kadının planın bütününden haberleri yoktur. Bu noktada bir husus çok önemlidir: Kadınlar erkeğin planını zorunluluk sonucunda kabul etmişlerdir. Zorunluluk sonucu kabul ettikleri bu plan onlara suçluluk duygusunu derinden hissettirir. Ancak film içinde o kadar fazla dönüm noktası vardır ki sonuç egemen erkeği oldukça şaşırtacaktır. Film hakkında sürprizbozan (spoiler)vermemek adına bu konunun detaylarına girmiyorum.
Filmde kadınların bir gün erkek egemen toplum yapısını yıkacak olmaları öylesine büyük ve sağlam bir metaforla anlatılmış ki bu metaforu her parçasıyla değerlendirmek ve açıklamak gerekir:
Evin beyi büyük bir kütüphaneye sahiptir. Bu kütüphanedeki kitapların büyük bir kısmını erotik kitaplar oluşturur. Evin beyi evin kadınlarını kütüphaneye getirerek eğitir. Kadınları dış dünyaya çıkarmaz ve bilgilerini bu kütüphanedeki bilgilerle sınırlar. Ayrıca kütüphanenin girişinde bir yılan heykeli vardır ve bu heykel evin beyinin deyişiyle “bilginin sınırı”dır. Kütüphanede, filmdeki röntgencilik eylemleri de gerçekleşir. Evin beyi zenginleri kütüphaneye toplayarak, bu konuda özel olarak eğittiği kadınlarına erotik kitaplar okutur. Bu okuma seanslarında tek kadın birçok erkek tarafından hem işitsel hem de görsel açıdan röntgenlenir.
Peki, tüm bunlar neyi sembolize eder? Öncelikle belirtmek gerekir ki kütüphanenin kendisi ve içindeki kitaplar erkek egemen dünya tarihini ve bu tarihin ürünlerini temsil etmektedir. Kadınların evden çıkarılmaması ve bilgilerinin bu kitaplarla sınırlı olması ise nesneleştirilen kadının öznenin istediği bilgilerle sınırlanmasını sembolize eder. Evin beyinin “bilginin sınırı” olarak açıkladığı dik bir şekilde duran yılan heykeli ise, yine Freudyen bir bakışla, erkek penisini ve bilginin sınırını onun belirlediğini sembolize eder. Kütüphanede gerçekleşen okuma seansları ise toplumda daha çok mankenlerin, oyuncuların, şarkıcıların ve hatta hayat kadınlarının erkek bakışıyla ilişkisinde gözlemlediğimiz özne-nesne, bakan-bakılan ilişkisini temsil etmektedir.
Sonuç olarak, Chan-wook Park gerek teknik gerek içerik konularında kusursuza yakın bir işle karşımıza çıkıyor. Yönetmenin, son yıllarda artan feminist sinema anlayışına intikam ve eşcinsellik temalarını ekleyerek, yer yer erotizme kaçan üslubuyla Oldeuboi gibi unutulmayacak bir filme imza attığını söylemek yanlış olmaz. Hizmetçi, üst düzey oyunculukları, göz kamaştıran sinematografisi ve ilham verici sanat yönetmenliğiyle kesinlikle sinemada izlenmeyi hak eden bir yapım.
Yorumlar
Yorum Gönder