Terrence Malick filmlerinin senaryoları, kutsal kitapların anlatı geleneklerine uygun bir şekilde yazılmıştır. Kutsal kitaplar, hakikatleri bir hikâyenin arkasına saklayarak, o hakikatleri anlayabilen ya da anlayamayan herkese ulaşılır kılar. Hakikatleri algılayamayan bir kimse, kutsal kitaptaki bir hikâyeden çıkardığı dünyevi sonuçlara göre yaşayarak, farkında olmadan, hayatını hakikatlere göre yaşamış olur. Malick de filmlerindeki dini ve felsefi öğeleri (hakikatleri) günlük ilişkiler (hikâyeler) ekseninde anlatarak dinin ve felsefenin anlaşılması çok zor olan bağını kitlelerin anlayışına açık hale getirmiştir. İzleyici, ilişkilerden yola çıkarılarak, bilinçaltında, birçok felsefi soruyla tanıştırılmakta ve bu sorulara cevaplar bulmaktadır. İşte bu yüzden Terrence Malick, çok iyi bir yönetmen olduğu kadar çok iyi bir öğretmendir de.
Malick’in öğretme stili dogmacı ya da baskıcı değildir. Malick, Sokratik yöntemle, öğrencilerine sorular sorarak, onlarla diyaloğa girerek onları bir yere ulaştırmaya çalışır. Malick ne anlattığının farkındadır, öğretilerinde amaçladığı, belli olan noktalar da vardır ancak bu farkındalık ve amaç onun dogmatik bir tavır takınmasına neden olmaz. O, doğruluğundan emin olduğu bilgileri, öğrencilerine, o bilgileri kendileri bulma fırsatını da vererek, anlatır, onlara bir anlamda yol gösterir. Bu yol belli bir ırka, dine ya da cinsiyete ait bir yol değildir, insanların bir bütün ve tek olarak görüldüğü ve herkesin alabileceği bir yoldur, kimse dışlanmaz.
Song to Song, görünürde bir aşk üçgenini anlatır. İsmi verilen tek karakter olan Faye, iki erkek arasında gidip gelen bir kadındır. Bir tarafta ultra lüks bir hayat süren ve “her yerde eli olan” Michael Fassbender’ın canlandırdığı karakter, bir tarafta ise parayı önemsemeyen ve basit bir hayatı olan Ryan Gosling’in canlandırdığı karakter vardır. Malick, hikâyede sadece Faye’in ismini belli ederek odaklanmak istediği karakterin de Faye olduğunun sinyalini vermiştir.
Faye kelimesi, etimolojik geçmişine bakıldığında sadakat, inanç anlamlarına gelen bir kelimeden türetilmiştir. Sadakat ve inanç anlamları, filmin konusuna dikkat edildiğinde, bu isim seçiminin ne anlama geldiğini de ortaya çıkarır niteliktedir. Bu anlamları çıkarmak için, Terrence Malick’in ilgisini Knight of Cups filminde açıkça belli ettiği üzere, Platon ve Augustinus’un felsefi ve dini öğretilerinin Hristiyanlık üzerindeki etkilerinin farkında olmak gerekir. Filmi Platon’un, Augustinus’un öğretilerinden yola çıkarak izlemek, yani bir anlamda Malick’in bize aktarmak istediği şekilde izlemek, onu anlamlandırma ve sevme noktasındaki ilk adımdır. Malick’in koyu bir Hristiyan olarak bilinmesi ve felsefe akademisyeni olması da filmlerindeki din ve felsefe birlikteliğini doğrular niteliktedir.
Song to Song’un ilk sahnesinde Michael Fassbender’ın Şeytan’ı simgeleyen karakteri (yazıda bu karaktere “Şeytan” olarak referansta bulunacağım), insanı simgeleyen Faye’e bir kapı açmaktadır. Bu kapı, Şeytan’ın İnsan’a, henüz İnsan Cennet’teyken, dünyanın kapısını açmasını sembolize eder. Filmin bir başka sahnesinde Şeytan, Natalie Portman’ın canlandırdığı ve Şeytan’ın karısı rolündeki kadına bal kıvamında, yoğun bir sıvı tattırır. Kadını bu sıvıyı tatması için ikna ederken Şeytan, “Sana hayat verir. İç. Ben tattım, denedim. Bu Tanrı’ya batırıldı” (“This is dipped in God”) demesi ilgi çekicidir. Hemen bir sonraki sahnede ise kamera bir adamın kolundaki dövmeye odaklanır. Dövmedeki görselin üzerinde şu iki kelime yazar: “Boş Sözler” (“Empty Promises”) Şeytan’ın insanı kandırarak Cennet’ten kovulmasına neden olduğu sahneye kutsal kitaplar penceresinden bakmak gerekirse:
Tevrat’ta:
Yar.3: 5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
İncil’de:
“RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” (Yaratılış 2)
Kuran’da:
Taha (117): Biz de şöyle dedik: “Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”
Taha (120): Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
Üç kitaptan da yapılan alıntılara baktığımızda hepsinde ortak noktalar görüyoruz. Bu noktalara göre “yasak elma” olarak tabir edilen şey “idrak gücü, iyiyi kötüden ayırma, irade”dir. İnsan yasak elmayı yediğinde Tanrı’dan bir parçaya sahip olmaktadır. “20:120 – Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” alıntısından yasak elma sembolünün arkasında yatan hakikatin Şeytan ve İnsan arasındaki bir anlaşmadan ibaret olduğu ortaya çıkıyor. İnsan güya “çökmesi olmayan saltanat” yani dünya için, Tanrı’nın yasakladığı elmadan tadıyor ve Cennet’ten kovuluyor. Yani yasak elma, insanın Tanrı olmaya çalışması, kendisinde bu potansiyeli Şeytan’ın manipülasyonuyla görmesi demek. Tanrı ise diyor ki: “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün (Yaratılış 2: 15-17)”
İnsan, Tanrı olmaya çalışırsa çok çalışmaktan bozulan bir makine gibi bozulur, ölür. İnsan tek başına mükemmele ulaşamaz ama eğer ulaşabileceğini sanırsa bu onun başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir. Malick bu durumu filmde çok acı bir şekilde resmediyor. Çocukluğunda herkesi seven, daha sonra çocukları çok sevdiği için öğretmen olan bir kadınla evlenen Şeytan, karısını grup seks partilerinde bir cinsel obje olarak kullanarak ve ona yalnızca fiziksel bir dünya sunarak içindeki sevginin ölmesine neden oluyor. Kadın, Şeytan’ın boş sözlerinin peşinden, peşinde koşmakta olduğu şeyin farkında olmadan, koşarak kendisini bir anda uçurumun kenarında buluyor.
Song to Song’taki aşk üçgenlerinin bir başkasında, daha umut dolu bir resim çizen Malick, Şeytan’ın ancak affedicilik ve sabırla alt edilebileceğini ifade ediyor. Gosling’in karakterinin Fassbander’ın karakteri karşısında bir zıtlık oluşturduğunu ve Gosling’in Şeytan’ın karşısında duran ve ona karşıt olan Melekvari bir karakteri canlandırdığını söylemek yanlış olmaz (yazıda bu karaktere Melek olarak referansta bulunacağım). Şeytan-Melek karşıtlığıyla Faye’yi bir taraftan bir tarafa sürükleyerek seçimlerin hata ve pişmanlık dolu dünyasına atan Malick, buna benzer bir durumu Tree of Life filminde de oluşturmuştu. Tree of Life’ta anne ve babanın arasındaki ilişki ve çocuklarının bu çatışan öğretiler arasında sıkışmaları, Mrs. O’Brien’ın sözleriyle şöyle özetleniyordu: “Rahibeler bize hayatta iki yol olduğunu öğrettiler – doğanın yolu ve inayetin yolu. Hangisini takip edeceğini kendin seçmelisin”
Şeytan’la Faye’in ilişkisi, Melek’le Faye’in ilişkisi aynı anda yaşanır. Faye, iki adam arasında gidip gelir. Bu nedenle hayatı pişmanlıklarla doludur ve kendisinden nefret eder. Çünkü Şeytan’ın kötülüklerinin farkında olmasına rağmen onunla görüşmeye devam etmektedir. Bir tarafta da kendisini affeden ve anlayışla bekleyen Melek vardır. Tüm bunlara rağmen Şeytan, Melek karşısındaki çirkinliğinin farkındadır: “Onların hayatında beni çirkin kılan bir güzellik var”
Song to Song, Terrence Malick’in bir önceki filmi Knight of Cups ile arka arkaya çekilmiştir. Konularına bakıldığında da aralarında büyük bir benzerlik görülür. Yazının başında bahsedilen Knight of Cups’taki Platon ve Augustinus felsefelerine yapılan göndermeler Song to Song’da da vardır. Her iki filmde de hatırlama anlamına gelen anemnesis ve Platon’un İdealar kuramına göndermeler vardır. Knight of Cups’ta Christian Bale’in canlandırdığı Rick “Olmak istediğim kişiyi unuttum” der. Song to Song’ta Faye ise çok benzer bir anlama gelen “Sandığım kişi değilim” cümlesini kurar. Her iki karakter de yaşadıkları hayattan memnun değildir ve hatırladıkları ama bilemedikleri bir eski yaşantının özlemini duyarlar. Köklerine geri dönmenin, bir zamanlar olduğu yere geri dönmenin arayışı içindendirler. Knight of Cups, daha pesimist bir yol çizmiş ve bu arayışın cevabı olarak bize acıyı sunmuştu. Song to Song, hayatın anlardan ibaret olduğunu ve insanların şarkıdan şarkıya, öpücükten öpücüğe yaşamaları gerektiğini, ancak basit ve yavaş bir hayat sürerek tehlikeli eve dönüş yolculuğunu en güvenli şekilde sürdürebileceklerini söylüyor. Bunları söylerken umut dolu ve sevginin gücünü arkasına alarak, şarkılarla ve öpücüklerle hayatı kutsuyor. Dünyanın bizi kandırmaya çalıştığını ve belki de yerkürenin günaha açık olmasının bir nedeni olduğunu, ancak günahın yolundan geçerek ve anı yaşayarak eve dönüş yolunu alabileceğimizi ve bu yolculukta işlenen günahlardan dolayı umutsuz olmamamız gerektiğini söylüyor.
Faye, bir noktadan sonra önceden utandığı bir kelime olan ruha sahip olduğunu fark ediyor ve Melek’e (bir anlamda Tanrı’ya) sesleniyor: “Ne olduğumu unutuyorum. Kimin olduğumu unutuyorum. Çok uzaksın. Yakında gelmezsen öleceğim. Gökyüzündeki kuşları görmek istemiyorum çünkü seni özlüyorum. Çünkü sen kuşları benimle beraber gördün. Gel. Beni kötü kalbimden kurtar.” Filmin son sahnesinde Melek kendisine dönmeyi başaran Faye’yi yerdeki bir çukurda bulunan su birikintisindeki berrak suyla temizler. Bu sahne, günahların suyla temizlenmesine yapılan bir göndermedir (vaftiz, abdest).
Terrence Malick, Tanrı’ya geri dönüş yolları arayan ama bocalayan, pişman olan, umudunu kaybeden insana, bağışlanmayla yıkanmış umut ve sevgi dolu bir yol gösteriyor. Filmin son sahnesinde, dünyayı arkalarında bırakıp, başka hiçbir şeyin, hiçbir anın önemi yokmuş gibi görünen iki aşık görüyoruz. Film Faye’nin “Bu. Sadece bu“ demesiyle sona eriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder