İsa öğrencilerine, “Size doğrusunu söyleyeyim” dedi, “Zengin kişi Göklerin Egemenliği’ne zor girecek. Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.” (Matta 19:23-26)
Giriş
Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği Yol Ayrımı, Şener Şen’in canlandırdığı Mazhar ismindeki bir işadamının, hayatının son demlerinde yaşadığı akıl almaz değişimi anlatan bir yapımdır. Filmin belli başlı birtakım sorunları olsa da felsefenin en çok metafizik alanıyla ilgili olan bir konuyu, izleyicinin çok sevdiği Şener Şen karakteriyle anlatması Türkiye sineması açısından devrim niteliğinde bir hamle olarak karşımıza çıkıyor.
İnsanın “Ben kimim? Neden dünyadayım? Benim dünyadaki amacım ne? Varlık neden var?” gibi soruları sormasından itibaren var olan felsefe, geniş kitlelerce reddedilir, önemli bir şey olarak görülmez, adeta kendisinden korkulur. Oysa düşünmenin ve düşüncenin gücüyle aydınlanmanın neresinin korkunç ya da değersiz olduğunu anlamak güçtür. Yol Ayrımı bu güçlüğü sorgular, akli olanın delilik olarak göründüğü ve tamamen bir illüzyondan ibaret olan materyal dünyaya peşi sıra eleştiriler yöneltir. Bunu yaparken felsefe tarihinden yararlanır. Bu nedenle filmi felsefe tarihi penceresinden parça parça yorumlamak onu bir bütün olarak yorumlamaktan daha faydalı olacaktır.
Platon’un Mağarası
Mağara’da insanlar sıkı sıkıya bağlanmışlardır ve yüzleri duvara dönüktür. Arkalarında bir ışık kaynağı vardır ve Mağara’nın dışındaki nesnelerin gölgeleri insanların kaçınılmaz bir şekilde baktıkları duvara düşmektedir. İnsanlar daha önce hiç dışarıya çıkmamışlardır (belki de dışarıdan gelmişlerdir ancak dışarıdaki hayatlarını hatırlamamaktadırlar) ve bu yüzden onlar için tüm gerçeklik önlerindeki duvar ve o duvara yansıyan gölgelerdir. Bu nedenle aralarında gölgeleri konu edinen yarışmalar düzenlerler, gölgelere öylesine değer verirler ki akıllarına gölgelerden başka şeyler olabileceği bile gelmez. Ancak bir süre sonra aralarından birisi çözülür ve serbestçe hareket edebilir. Bu kişi dışarıya çıkar ve Mağara’nın içindeki gölgelerin kaynaklarını, gerçek nesneleri görür. Gölgelerin ne kadar düz ve aynı olduklarını, gerçek nesnelerinse ne kadar renkli, ne kadar farklı kokulu, ne kadar şekilli olduklarını fark eder. Oysa gölgeler her zaman gri, kokusuz ve iki boyutludur. İçini büyük bir heyecan kaplayan bu kişi, arkadaşlarına gördüklerinden bahsetmek üzere Mağara’ya döner.
Mağara’ya döndüğünde arkadaşları hala gölgeleri izlemekte ve hangi gölgenin hareket ettiğini diğer insanlardan önce fark edebilmeye benzer yarışmalar düzenlemeye devam etmektedirler. Dışarıdan gelen, bu yarışmalara bir zamanlar ne kadar önem verdiğini, şimdiyse bu yarışmaların onun için hiçbir şey ifade etmediğini düşünür ve yaşadığı bu değişime hayret eder. Gördüklerini arkadaşlarına anlattıktan sonra arkadaşlarının da bu değişimi yaşayacağı umuduyla gördüğü her şeyi anlatır. Ancak olaylar beklediği gibi gelişmez. Arkadaşları onun delirdiğini düşünürler ve onunla alay ederler. Dışarıdan gelen dışarıya çıkmadan önce gölgeler konusunda çok başarılı olmasına, bu yarışmalarda birçok rekoru bulunmasına rağmen artık bu yarışmalara katılmadığından tüm nam ve mevkiini kaybeder ve hayatının sonuna kadar arkadaşlarına Dışarısından bahsetmekten vazgeçmez.
Yol Ayrımı filmi de biraz değiştirerek ve eklemeler yaparak anlattığım Platon’un Mağarası benzetmesine paralel bir şekilde gelişir. Mazhar, geçirdiği trafik kazasından sonra metafizik unsurlar barındıran bir rüya görmüştür ve bu rüya ona hakikatin görünenin ötesinde yattığıyla ilgili bir izlenim vermiştir. Artık Mazhar için geriye dönüş yolu kapanmıştır. Ayrıca bu trafik kazasının ana rahmini andıran bir tünelde gerçekleşmesi, Mazhar’ın 70li yaşlarında yeniden doğuşuna yapılan bir gönderme olabilir.
Tolstoy’un Ailesini Bırakıp Gitmesi
Tolstoy tüm servetini çalışanlarına dağıtmak istemiştir. Bu duruma karısı karşı çıkmıştır. Büyük bir tartışma yaşanmış, sonunda Tolstoy evi terk etmiştir. Filmde Tolstoy’a birçok gönderme bulunur. Hatta Mazhar’a en yakın arkadaşı bir sahnede “Tolstoy musun sen?” diye sorar. Bunun nedeni Mazhar’ın, Tolstoy gibi, ailesini terk etmesidir. Mazhar, yaşadığı kazadan sonra değişmiştir. Önceden tamamen materyal dünyanın kanunlarına göre yaşayan ve bu kanunlara uyarak yalan ve hilelerle ulaştığı ultra zengin hayatını artık terk etmek istemektedir. Bu hayatın ne kadar anlamsız olduğunu 70 senede görememiştir ama koskoca ömründeki bir an her şeyi değiştirmiştir.
Mazhar’ın yaşadığı sevgisiz hayat sevgisiz bir aile inşa etmesine neden olmuştur. O ailesini kurmamış bir inşaat projesi gibi inşa etmiştir. O karısını seçmemiş bir devlet memuru gibi atamıştır. O çocuklarını yetiştirmemiş, bir proje gibi onları planmış ve geliştirmiştir. Sahip olduğu her şey robotik, steril ve maddi dünyanın kanunlarına göredir. Karısıyla baş başa yemek yerken aralarında sahip oldukları fazla parayı yansıtan fazla bir mesafe vardır. Çünkü bu para çok büyük bir masa almaya kabildir. Ancak bu büyüklük beraberinde mesafelerin de büyüklüğünü getirir.
Tüm bu nedenlerle Mazhar, kendisinin inşa ettiği bu düzeni terk eder. Aslında çocuklarını böyle yetiştirmek ve çocuklarının onun kendisine değil parasına önem vermesi onun suçudur. Ama elinden zamanı geri almak gelmez. Artık çocuklarına verebileceği tek şey sevgi dolu bir sarılmadan ibarettir.
Nietzsche’nin Ağlaması
Nietzsche sert ve soğuk düşünceleriyle, Übermensch olarak tabir edilen Üstinsan tanımıyla ve ölmeden 11 yıl önce kırbaçlanan bir atı gördüğünde ağlaması, akli dengesini kaybetmesi ve 11 sene hiç konuşmadan yatalak bir şekilde yaşadıktan sonra ölmesiyle bilinir. Bu hikâye, insanın ne kadar mükemmel görünürse görünsün ya da ne kadar matematiksel mükemmellikteki düşüncelere sahip olursa olsun, içinde öldüremediği ve kendisine acı çektiren bir insanın olduğunu kanıtlar niteliktedir. İnsan olmak zordur ve bu zorluk insani taraflarımızı yok sayarak, görmezden gelerek atlatılamaz.
Yemeğin içinden taş çıktığı için aşçısını kovan Mazhar, bir araba köpeğe çarpınca ağlar hale gelir. Mazhar köpeği sahiplenir ve ona Mahcup adını koyar. Oysa mahcup olan kendisidir. Önceden hiç fark etmediği nesneleri fark etmeye, mevsimlerin karakteristik özelliklerini incelemeye, ışığın eşyaya nasıl yansıdığına dikkat etmeye başlar. Artık yağmur yağması onun için iş yemeğine geç kalmak anlamına gelmez, şölen anlamına gelir. Artık buluşmaları için “14.00’te toplantı için organize olalım” demez, “2de ordayım” der. Mazhar’ın değişimi hem büyük ölçekte paraya önem vermemesi, ailesini terk etmesinde görülür, hem de küçük ölçekte detaylarda saklıdır. Çünkü onun yaşadığı değişim gerçek ve temelli bir değişimdir. Bu değişim tüm hayatına yayılmıştır.
Sokrates’in Savunması
Sokrates öğrencilerini öğretmekte oldukları yüzünden hapsedildi. Eğer öğretmekte olduklarını öğretmekten vazgeçmezse ölecekti. Platon’un yazdığı Sokrates’in Savunması kitabında Sokrates, Tanrı’yla konuştuğunu ve Tanrı’nın yapması gerekenleri söylediğini, bu yüzden de öğretmekte olduklarından asla vazgeçmeyeceğini söyler:
“’… salıvereceğiz seni, ancak bir koşulla, artık bundan böyle insanları sınamayacak, sorguya çekmeyecek, filozofluk etmeyeceksin; bu koşulu yerine getirmezsen öleceksin!’ deseniz; söylediğim gibi, beni bu koşulla salıverirseniz, şöyle yanıtlarım sizi: ‘Atinalılar, saygı ve sevgim vardır sizlere, ama ben size değil, tanrıya boyun eğerim daha çok, son soluğuma değin, elimden geldiğince felsefeyle uğraşmaktan, sizleri buna yöneltmekten, felsefeyi öğretmekten geri durmayacağım. … ‘İster dinleyin ister dinlemeyin Anytos’u, ister salıverin, ister salıvermeyin beni; iyice bilin ki şunu, bir değil bin kez ölmem gerekse bile, hiç mi hiç değiştirmeyeceğim yolumu.’ … Bir tanrının ya da tanrıl, kutsal bir belirtinin bana göründüğünden söz açtığımı birçok yerde sık sık işitmişsinizdir; hani Meletos’un alay yollu boyuna diline doladığı buydu suçlamasında. Bir çeşit ses olan bu belirti, çocukluğumda gelmeye başlamıştı bana…”
Sokrates gibi Mazhar da metafiziksel bir görü görür. Bu, insanların onun delirdiğini düşünmesine neden olur. Oysa Mazhar’ın hareketlerinde hiçbir absürtlük bulunmaz. Mazhar’ın hareketlerindeki tek problem (!) artık paraya önem vermemesi ve şirketini çalışanlarıyla paylaşmasıdır. Bu durumlar absürt değildir ama dünyanın kanunlarına uymaz. Bu nedenle Mazhar’ın bir köpeğin acısına ağlaması, onu insanların gözünde deli biri yapmaya yeterlidir. Mazhar, Sokrates gibi, maruz kaldığı bütün işkencelere rağmen bu yoldan asla dönmeyeceğini büyük bir kararlılıkla dile getirir.
Sonsöz
Gördüklerine ve egosuna sıkı sıkı, kaçınılmaz bir şekilde bağlı olan insan, görmediklerine ve egosundan olmayana verilen değeri anlayamaz ve bu değeri saçma bulur. Oysa bu bakış açısı insani bir bakış açısı olduğundan kusurlu ve sınırlıdır. Ancak hayatta bazı anlar ya da durumlar insanın görünenin ötesine geçmesine yardım eder. Acı, bu durumların en çok bilinenidir. Mağara’dan çıkmamıza yardımcı olan bu durumlar insanı dönüşü olmayan bir yola sokar. Mazhar’ın yaşadığı yol ayrımında “daha az geçilmiş” olanı tercih etmesi ve bu yoldan hiçbir zaman çıkmamasının nedeni budur.
Mazhar’ın bu yolculuğundan sonra anlarız ki Tanrı’nın ülkesinde bir bisiklet, lüks bir Mercedes’ten daha değerli olabilir; Tanrı’nın ülkesinde lüks bir Mercedes iki adım gidemezken, bir bisiklet O’nun ülkesini baştan sona katedebilir.
“Yeryüzünde kendinize gömüler biriktirmeyin. Burada güve ve pas yok eder; hırsızlar da delip çalar. Bunun yerine gökte gömüler biriktirin kendinize. Orada ne güve yok edebilir, ne de pas. Hırsızlar da delip çalamaz. Çünkü gömün neredeyse yüreğin de orada olacaktır.””Bedenin ışığı gözdür. Bu nedenle, gözün sağlamsa tüm bedenin aydınlıktadır. Oysa gözün bozuksa tüm bedenin karanlıktadır. Eğer sendeki ışık gerçekte karanlık ise, ne denli korkunçtur o karanlık!””Hiç kimse iki efendiye uşaklık edemez. Çünkü ya birine kin besler öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü küçümser. Hem Tanrı’ya, hem de zenginlik ilahına uşaklık edemezsiniz.””Bu nedenle size derim ki, ne yiyeceğiz ne içeceğiz diye yaşamınız konusunda ve ne giyeceğiz diye bedeniniz konusunda kaygılanmayın. Yaşam yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? Bakın göğün kuşlarına. Ne ekerler, ne biçerler, ne de ambarlara biriktirirler. Öyleyken göksel Babanız doyurur onları. Siz kuşlardan üstün önem taşımıyor musunuz? Aranızdan kim kaygılanmakla boyuna bir arşın ekleyebilir? “Giyecek sorununda neden kaygılanırsınız? Kırın zambaklarını göz önüne getirin: Ne güzel serpilip büyürler! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Size diyorum ki, Süleyman bile tüm görkeminin içinde bunlardan biri gibi giyinip kuşanmamıştı. Bugün var olan, yarın fırına atılan kır otunu böylesi özenle giydirip kuşatan Tanrı sizi daha çok giydirip kuşatmaz mı, ey kıt inanlılar! Öyleyse ne yiyeceğiz ne içeceğiz, ya da ne giyeceğiz diyerek kaygılanmayın. Tanrısızlar durup dinlenmeden tümüyle bunları ararlar. Göksel Babanız bütün bunlara gereksiniminiz olduğunu bilir. Siz her şeyden önce Tanrı’nın hükümranlığını ve doğruluğunu arayın, bunların tümü sizlere verilecektir. “Bu nedenle, yarın için kaygılanmayın. Çünkü yarınki gün payına düşen kaygıyı taşıyacaktır. Her günün kötülüğü kendine yeter.” (Matta 6:19-34)
Yorumlar
Yorum Gönder