Korkuyorum Anne (2004): Erkekliğin Hüzünlü Bir Hikayesi



Korkuyorum Anne, gerçek erkekliğin filmidir. Film, erkekliğin hüzünlü hikayesini birçok erkek kullanarak, farklı boyutlarda anlatır. Reha Erdem’in filminde sadece başroldeki Ali’nin hikayesi anlatılmaz, filmdeki tüm erkek karakterlerin hikayeleri anlatılır. Kadınların filmde kullanımı ise karikatürizedir. Çünkü kadınlar, kadınlıklarından ziyade erkekleri, erkekliği anlatmada bir enstrüman olarak kullanılmışlardır. Bu nedenle filmdeki kadınlar, klişe tiplemeler arasından seçilmiştir.

Erkeklerin çok büyük bir sorunu vardır: Erkek gibi görünmek. Reha Erdem erkeklerin erkek gibi görünmekte kullandıkları araçları filmine serpiştirerek toplumda erkeklik olarak tanımlanan olgunun ne kadar gülünç olduğunu gözler önüne sermiştir. Sünnet, askerlik, avcılık, dik duruş, beceriklilik, çeviklik gibi toplumda “erkeklik”le özdeşleşmiş kavramlar erkeklerden gerçekleştirmesi beklenen birer görev gibidir. Sünnet olan erkek olur, askere giden erkek olur, “eve ekmek getiren” erkek olur, ancak hiçbiri tek başına erkek olmaya yeterli değildir. Demek ki toplum için erkeklik tek bir hareketle kazanılacak bir olgu değil, ancak sürekli olarak sürdürülmesi gereken bir görevdir. Cinsiyetlerin ne kadar karmaşık olduğu, her erkeğin içinde kadınlık, her kadının içinde erkeklik olduğu düşünüldüğünde, toplumca bilinen erkeklik ve kadınlık olgularının birer rolden ibaret olduğu açığa çıkar.

Rol yapmak, doğası gereği stresli bir iştir. Sahneye çıkarsınız ve aslında olmadığınız biriymiş gibi davranırsınız. Kesinlikle rol yaptığınız kişi değilsinizdir ancak seyircileri o kişi olduğunuza ikna etmek zorundasınızdır. Bu durum başlı başına bir stres kaynağıdır. Cinsiyet rolleri aynı şekilde kişilerde baskı yoluyla strese yol açar. Çünkü bir erkek ya da kadın toplumu her an erkek ya da kadın olduğuna ikna etmek zorundadır.

Korkuyorum Anne, bu rollerden erkekliği konu edinen bir film. Filmin ismi olan “Korkuyorum Anne” tabiri film içinde birçok kez tekrarlanıyor. Filmde birçok kendini tekrarlayan cümle vardır ve bu tekrarlar yönetmenin asıl anlatmak istediğine giden birer ipucudur. “Korkuyorum anne” cümlesi, sahneye çıkan erkeğin sahnenin arkasındaki yönetmenine (annesine) yönelttiği bir yardım çığlığıdır. Çocuk, erkek olmak zorunda olmaktan korkuyordur.

Aytekin askere gitmekten, Çetin sünnet olmaktan, Ali başlı başına hayattan, Keten annesinden korkar. Filmdeki istisnasız tüm erkekler güçsüz, sakat, akılsız, sorumsuz kişilerdir. Ali’yi babası sürekli aşağılar, komşuları İpek Ali’ye bebekmiş gibi davranır, Ali’nin aşık olduğu Ümit Ali için hiçbir şey hissetmez. Ali kürek çekemez, onun yerine Ümit çeker. Ali fiziksel olarak kusurlu görünür, Ümit’in vücudu mükemmel ölçülere sahiptir. Ali’nin aşık olduğu kadının adının bir erkek adı olan Ümit olarak seçilmesi tesadüf değildir. Reha Erdem cinsiyetlerin karmaşasını bu yolla anlatmıştır. Kadın erkek, erkek kadındır. Ama yine de kadın kadın gibi, erkek erkek gibi hareket etmek zorundadır. Bu kontrast büyük bunalımlara neden olacaktır.

Keten, annesi gibi bir terzidir. Annesi Neriman Hanım’ı oynayan Işıl Yücesoy bu rol için seçilebilecek en iyi oyuncu olabilir. Vücudunun kalıplı oluşu, bakışlarındaki sertlik ve kalın sesi erkeksi özellikler olarak yorumlanabilir. Sert anne figürünü babaya benzetmek ve erkek çocuğu annesinin altında ezilecek şekilde kurgulamak, bu formülle işe yarar. Gerçekten Keten ile Neriman Hanım’ın arasındaki ilişki ezilen ve ezen şeklindedir. Neriman Hanım sürekli oğlu Keten’i aşağılar, onu köpeğinden bile daha az sever. Bu durum Keten’in çekinik ve hayattan korkan biri olmasına yol açmıştır.

Aytekin askerden kaçmanın yollarını arar, çürük raporu almak için yanıp tutuşur. Kolu sakat, arabası bozuktur, o da filmdeki tüm erkek karakterler gibi kusurlu ve eksiktir. Kapıcı Rıza’nın beli sakattır ve karısına göre yaşlıdır. Karısı genç ve güzeldir, Rıza bu nedenle aşağılanır ve hor görülür.

Filmde görünürde aşağılanmayan tek erkek karakter olarak Kasap karşımıza çıkar. O dükkanında özel olarak yaptırdığı yüksek platformdan aşağıya doğru konuşur ve bu yolla karşısındakilere karşı bir üstünlük kazandığını düşünür. İşleri yolundadır, avcılık yaparak evini geçindirir, hayatın kurallarını bilir ve bu yüzden toplumca kabul edilen erkeklik gerekliliklerini taşır. Ali’ye şu sözlerle yol göstermeye çalışır, “Kadın güçlü erkek ister güçlü! Bak, zayıflıklarını gizleyeceksin, mümkün mertebe. Başını dik tut. Ah sendeki boy bende olacak ah!

İpek de Ali’yle kadınlar hakkında şu bilgiyi paylaşır: “Kadınlar aileleriyle oturan erkeklere güvenmez

Ali ve Keten, biri babasıyla biri annesiyle yaşayan ve toplumca işe yaramaz olarak görülen kişilerdir. Ali umutsuzca Ümit’e aşıkken, Keten İpek’in başka bir erkekten doğacak çocuğuna babalık yapma hayalleri kurmaktadır. Burada karşımıza son zamanlarda sosyal medyada “alfa erkek, beta erkek” ya da “red pill, blue pill” olarak isimlendirilen “gerçek erkeklik” ve “yumuşak erkeklik” tartışmaları çıkar.

Bu kategorilere göre alfa erkek ya da red pill, kadınlara değer vermez, ailesinden kopuk yaşar, her işi kendi başına yapabilir, duygusal açıdan çok güçlüdür, özgüveni çok yüksektir. Bu nedenle de tüm kadınlar onun peşindedir. Asırlardır süregelen “Kaçan kovalanır” kuralının bir yansımasıdır ve geçmiş ilişkilerinden canı yanmış erkekler internette okudukları bu “gerçek erkek olma kılavuzlarını” takip ederek umutsuzca mutluluğu arar.

Beta erkek ya da blue pill olarak adlandırılan kategori ise, kadınlara karşı çok nazik, kendi başına karar alamayan, özgüveni düşük, ailesine bağlı, düşünceli bir erkek profili çizer. Bu nedenle kadınlar tarafından değer görmeyeceği ve aşağılanacağı ve tüm kadınlara “gerçek erkeklerin” sahip olacağı ifade edilir.

Bu düşüncelere göre milyonlarca erkek için iki maske yaratılmıştır ve davranışlarına göre herkes bu maskelerden birini giymek zorundadır. Bir taraf gerçek, bir taraf yumuşak erkek olarak görülür. Gerçek erkek övülür, yumuşak erkek aşağılanır. Oysa gerçek erkek denilen maske bir yalandan ibarettir ve bünyesinde birçok kompleks barındırır. Kadına uygulanan şiddetin en büyük sebebi de yaratılan bu maskelerin neden olduğu kompleksler ve bünyede biriken öfkedir. Bu maskeler bir yandan mutluluğa götürecek bir yol vadederken bir yandan da büyük kompleksler üreterek hayatlar mahvederler.

Bu kategoriler derinlemesine incelendiğinde karşımıza yazının başında bahsedilen rollerden başka bir şey çıkmaz. Oysa cinsiyetler heterojen değil homojendir. Neyin ne olduğu tam olarak ayrışamaz ve C. G. Jung’un anima ve animus öğretileri bu noktada geçerlilik kazanır. Anima erkeğin içindeki kadını; animus ise kadının içindeki erkeği temsil eder. Federico Fellini’nin 8½ filminde “asa nisi masa” sahnesiyle anima’ya gönderme yapılarak erkeğin içindeki kadınsılık ön plana çıkartılır. Bunun kaynağı ise insana dair her şeyin kaynaklandığı çocukluktadır. Fellini filmlerindeki erkeklerin içinde erkeğin içindeki kadınsılığı görmek mümkündür.

Korkuyorum Anne, her ne kadar cinsiyetlerin karmaşıklığını konu edinerek Jung’un teorilerine dokunsa da asıl sırtını dayadığı düşünür Freud’dur. Erkek bebeğin annesiyle olan ilişkisi ve babasına duyduğu örtülü nefret, Korkuyorum Anne’de gözle görünürdür. Ali’yi sünnet edenin babasının olması, Freud’un bahsettiği “iğdiş edilme kompleksi”ne yapılan apaçık bir göndermedir. Benzer şekilde Ali’nin babası kalp sorunu yaşarken ilaçlarını babasına vermemesi, Freud’un Oedipus kompleksine yapılan bir göndermedir. Ali’nin babası Rasih Bey Ali’ye bu sahnede, “Öldürücen babanı sen sonunda, öldürücen! Baba katili” diye bağırır. Ali’nin babasıyla olan ilişkisini özetlemek için babasının Ali’ye çocukluğundan fotoğraflar gösterdiği sahne de incelenebilir. Bu sahnede önce Ali’nin annesiyle bir fotoğrafı görünür. Ali hemen annesi olduğunu söyler, daha sonra Ali’nin denizde olduğu bir fotoğraf gelir, burada da Ali mutlu olduğunu söyler, daha sonra Ali’nin babasıyla olduğu bir fotoğraf gelir. Ancak bu fotoğrafta Ali kadrajın en solunda kalmıştır ve vücudunun yarısı görünmektedir. Babası ise balık tutmuş ve yakaladığı balıkları sergileyerek poz vermiştir. Ali bu fotoğraf için “Bu fotoğrafta ben yokum” yorumunu yapar. Ali fotoğrafta kendisini değil, babasının egosunu görmektedir.

Birçok filmde erkeklik, balık tutmakla özdeşleştirilir. Bu durum erkeğin avcılık rolüne yapılan bir göndermedir. Erkek yakaladığı balıkları sergileyerek, gururla poz verir. Son dönem filmlerinden Chevalier’de erkekler arasında bir yarışma düzenleniyordu ve kimin tuttuğu balığın boyu daha büyükse yarışmayı o kazanıyordu. Bu noktada erkeklerin tuttuğu balıklar toplum içinde rahatça sergileyemedikleri penisleri yerine geçer. Küçük penisli bir erkek büyük boy bir balık tutarak ya da büyük bir jipe binerek ya da Korkuyorum Anne’deki gibi yüksek bir platformdan bağırarak konuşarak kendi erkekliğini tatmin edebilir. Freud’un erkekler hakkındaki bir başka teorisi olan karşılaştırılma korkusunu konu alan Chevalier filmi, Korkuyorum Anne’den bu yönüyle ayrılır.

Korkuyorum Anne’nin tüm sırlarını içeren cümle ise, filmde sürekli tekrarlanan şu cümledir: “Sol eli başımın altında olsun, sağ da beni kucaklasın.” Ali sürekli bu cümleyi söyler. Ama bunu filmdeki herhangi bir diyalogda değil, dış ses aracılığıyla duyarız. Reha Erdem bu cümleyi dış sesle bize ulaştırarak Ali’nin topluma açamadığı bir arzusunu seyirciye ulaştırır. Ali kadınlar tarafından bir bebek gibi sevilmek istemektedir. Ali’nin büyümemiş ruhu ve anne özlemi onu Ümit’e annesinin yüzüğünü hediye etmesinde vücut bulur. Bu noktada karşımıza yine Freud ve onun erkeklerin beğendikleri kadınlarda annelerini aramalarıyla ilgili söyledikleri çıkar.

Filmin sonu, Erdem’in film boyunca anlattığı sorunlara herhangi bir çözüm getirmez. Zaten Korkuyorum Anne filmi bir durum tespitinden ibarettir. Ali ve Keten, maruz kaldıkları aşağılanmalara dayanamayıp denizin üzerinde ince ve uzun bir kayaya tırmanırlar. Bu kaya kendi başına bir ada gibidir ama ince uzun olmasından dolayı çok küçüktür. Bir yanıyla dünyadan kopuk bir yanıyla daracık bir alana sahip olan kayanın üzerinde Ali ve Keten birbirlerine tutunup dururlar ve ufka doğru bakarlar. Keten tüm gücüyle Korkuyorum Anne diye bağırır. Ali’nin filmin başından beri ara ara duyduğumuz, hastanede yatarken sayıkladığı sözleri bu sefer Keten, herkesin önünde, tüm gücüyle dile getirmektedir. Evet, erkek korkuyordur, çünkü erkeklik rolünü beceriksizce yapıyordur ve bu durum böyle sürüp gidecektir.

Yorumlar